27.07.2018

Bir zamanlar, şansa çok fazla inanan bir adam varmış. Adama herkes Ali Baba dermiş. Bu adamın, eti kemiği bir, cılız mı cılız bir atı varmış. Atın cılız olmasının nedeni, Ali Baba’nın ona sadece dört yapraklı yonca, o da bulursa, yedirmesiymiş. Onun dışında sadece su içebiliyormuş hayvan. Zaten nasıl olup da ölmediğine herkes şaşıyormuş. Ali Baba dışında… Ali Baba’nın kendisi de nasıl olduğunu kimsenin bilmediği bir şekilde çok dinç kalıp hiç yaşlanmıyormuş. Böyle böyle, atı da kendisi de bu zamanlara kadar yaşlanmadan ama deri kemik bir, üflesen yıkılacak halde olsalar da gelmişler. Ali Baba’nın dediğine göre yüzyıllar boyunca yaşamış ikisi de… …

Okumaya Devam Et

18.12.2017

Penceremden görüyordum onu. Rengarenk yamalı paltosu, yeşil şapkasıyla her gün başka bir şey satıyor olurdu penceremin altından geçerken. Her gün de sattığı ne olursa olsun alırdım. Önce durdururdum. Apar topar, terliklerimle çıkardım sokağa ve yanına giderdim. Sakin sakin beni beklerken bulurdum. Artık penceremin önüne geldiğinde yavaşlar, hatta durup sesini yükseltir olmuştu çağıracağımı bildiği için. Eğer onu fark etmeyeceğim tutarsa, ki bu hiç olmamıştı, ama insanlık hali, böyle bir şey olursa dahi sesini duyurmak için bağırırdı avazı çıktığınca. Ne satmamıştı ki! Balık, domates, karpuz, terlik, simit, midye, kolye-küpe, çanta, pantolon, ayakkabı, çorap, dizlik… Bunlar için her gün başka bir şey uydururdu. …

Okumaya Devam Et