Üç yumurta kırmıştım. Genelde çatalla çırpılır; ama ben tatlı kaşığıyla çırpardım. Biraz kaya tuzunu yumurta kasesine döktükten sonra çırpmaya başladım. Ondan bir başka şey yapacaktım. Önce tereyağını tavada kızdıracak, sıvı yumurtayı da üzerine dökecektim. Sonra da ne çok katı ne de sıvı bir şey çıkacaktı ortaya ve ben onu afiyetle yiyecektim.
Tıpkı ona yaptığım gibi.
Önce bana açılmasını, derdini ve sevinçlerini anlatmasını sağlamıştım. Yani kabuklarından ayırmıştım onu. Kalsiyumla güçlendirmişken kendisini, ben onu savunmasızlaştırmıştım. Sonra beyazıyla sarısını, o kadar zorlukla ayrılan o iki renkli gövdesini, ruhunu ve bedenini birbirine katmış, tabiri caizse tarumar etmiştim. Hatta başkalarıyla karıştırmıştım onu. Zihnimdeki diğerleriyle karıştırmış, kendisinin bile kim olduğunu anlayamaz hâle getirmiştim.
Sonra ona çok yakıcı bir ortam hazırlamıştım. Sımsıcak bir yağ. Bu ortamı ona övmüştüm bir güzel; ne var ki, yanacağını değil ısınacağını; değişeceğini, kendisinden çıkacağını değil, farklı hissedeceğini söylemiştim.
Evet, ondan sorumlu değildim. Zaten onunla birlikte ben de o yağa girseydim sorun kalmayacaktı. Oysa ben, kendim ısınmadan; dahası, yanıyormuş gibi yaparak; onu yakmıştım.
Hiç sebep yokken değiştirmiştim onu. Sadece yemek için. Aç bile değilken…