Yıllar önce, daha küçücükken annemin eşyalarını karıştırırken bulmuştum o tuhaf kumaş yığınını. Bir şekilde dürülmüş, içi dolu bir kumaştı. Bir bohça…
Bohça kapalı olduğunda içinin dolu olduğu belli oluyordu. Kaldırdığımda epey ağır olduğu belliydi, dokunduğumda elime bir şeyler geliyordu. Ne olduğunu şeklinden anlayamadığım türde bir şeyler… Sanki her defasında değişen bir şeyler…
Ne var ki, kumaşın katlarını açtığımda bomboş bir kumaş çıkıyordu ortaya. Anneme onun ne olduğunu sorduğumda “Bohça işte,” demekle yetinmiş, ne kadar üstelesem de hiçbir şey söylememişti.
Sonra büyümüştüm. Yirmi yaşımdayken annem ölmüştü. Evden ayrıldığımda anneme ait olan hiçbir şey almamıştım yanıma. O bohça dışında. Aslında onu da almamıştım. Anlamadığım bir şekilde eşyalarımın arasına karışmıştı. Annem ölür ölmez uzaklaşmıştım evden. Cenazenin olduğu gün…
Bir arkadaşımın evinde bir oda kiralamıştım. Zaten iki kişilerdi, ben de katılmıştım aralarına.
Sonra bir gün, bir adama aşık olmuştum ve bohçanın katlı kumaşlarının arasında bir şişe görmüştüm. Açtığımda bir parfüm şişesi çıkmıştı. Eşsiz bir koku!
O adamla evlenmiştim. Düğün gecesi bohçanın içinden iki kişilik bir yastık çıkmıştı. Yepyeni, elle dikilmiş bir yastıktı.
Çocuğum olduğunda oyuncaklar, kıyafetler çıkmıştı.
Kocamın beni aldattığını öğrendiğimde bir kese dolusu altın takı çıkmıştı. Bu sayede alıp kızımı çıkmıştım evden. Yeni bir hayata başlamıştım böylece. İş mülakatlarına gitmek için hazırlandığımda güzel kıyafetler çıkmıştı. Ben önce ziraat mühendisliği okusam da bir aşçı olarak iş bulmuştum. Evliyken aşçılık okumuştum rica minnet. Çocuğum doğmadan önce apar topar o bölümü de bitirmiştim Allahtan.
Deneyimsiz olsam da küçük, seçme bir lokantada iş bulabilmiştim.
Zaman geçmişti. Her şey yolundaydı. Kızım iyi bir adamla evlenmiş, bir de oğlu olmuştu.
Sonra…
Ailecek bir trafik kazasında ölmüşlerdi.
Öğrendiğim an tek istediğim şey ölmekti.
Bohçadan beyaz bir toz çıkmıştı o an.
Neye ihtiyacım varsa bilen bohçadan…