04.03.2018

Bir genetik mühendisiydi. Nasıl yapmışsa yapmış, ona bir kozmetik şirketinin vermiş olduğu tüm imkanları kullanarak mucizevi bir bitki imal etmişti. Hava geçirmez bir zarın içinde bir tane tohumu olan küçük kesecikler ve tıpkı Aloevera bitkisi gibi etli, geniş yaprakları bulunan bir bitki…
Bu hava almayan kesenin içindeki tohumu, özel bir odada, kokusuz özel bir toprağa ekip kokmasını istediğin kokuyla aynı yerde bulundurulduğu taktirde, tohum ekildiğinden itibaren hangi kokularla karşılaştırılırsa o kokuların bileşimini oluşturan bir özsu salgılıyordu. Bu özsu bir çeşit yağ idi ve parfüm olarak kullanılabilecek kalitedeydi. Hatta alkol ile seyreltilecek kadar keskindi. Gerçi bu daha çok bitkinin karşılaştığı kokuların yoğunluğuna bağlıydı.
Bu bitkiyi tasarlamasındaki asıl amaç kozmetik şirketinin verdiği paradan ziyade, birkaç ay sonra ölecek olan eşinin kokusunu daima yakınlarında bulundurmaktı.
Tasarlaması bu kadar zor bir bitkiyi tasarladıktan sonra, o kokunun kendisine sadece acı verdiğini görmek, kokuyla birlikte gelen sıcaklığın, zekanın, kısacası canlılığın olmamasının verdiği kaybın acısının çok daha büyük olduğunu görmek… bazı şeyleri olduğu yerde bırakmasının gerekliliğini öğretmişti ona.
Belki de yarattığı bu bitki, tamamen doğa dışı bir şeydi. Bazı kokular oldukları yerde kalmalıydı. Yemeğin buğusuna ait olan koku orda olmalıydı sadece söz gelimi. Ait olduğu yerde…


yıllar geçmişti ve artık zengin genetik mühendisi yaşlanmıştı.
O gün, her zamanki kısa, kesik kesik uyuklamalarından birinden kapı zilinin çalmasıyla uyandı.
Kapıda genç bir adam durmaktaydı.
Genç yaşta eizheimer olan annesinin, onun icat ettiği bitkiler sayesinde, o kokuların sakladığı anılar sayesinde eizheimerin zihnindeki zararlarını en aza indirgediğini söyleyen bir adam.
Ona, saklanan anılar için teşekkür eden bir adam…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir