Uçsuz bucaksız bir denizin üzerinde yürüyen bir çocuğun görüntüsü bir türlü gitmek bilmiyordu zihninden. Yürürken, konuşurken, yemek yerken, uyurken, tuvalete giderken…
Çocuğun cinsiyeti belli olmasa da yüzü ve ayakları gayet net görünmekteydi. Ayakları uzun ve inceydi iki uçlarından, parmak ve topuklarından bir elle çekilmiş gibi.
Yüzü de uzundu; ama alnı ve çenesi görece genişti. Gözleri kapalı olduğundan renkleri belli değildi.
Hamileydi üstelik. Öyle sanıyordu ki, çocuğu rahmine düştüğünden itibaren başlamıştı her şey.
…
Bebekler doğduğunda, birisi kız birisi erkek iki bebek dünyaya getirmişti, ikisi de zihninde gördüğü bebeğe benzemiyordu. Bir kere ikisi de esmerdi. Zihnindeki çocuk bembeyazdı. Yüzlerinin benzeyip benzemeyeceğini şimdiden söyleyemezdi. Zihnindeki çocuk dokuz-on yaşlarında görünüyordu.
Zaten bebekler doğar doğmaz, görüntü gitmişti zihninden. Sanki çocuk ölmüştü. Ya da çocuğun ruhu kendi çocuklarının birisiydi ve onun zihniyle bağlantı kurmaya çalışıyordu.
…
Yıllar geçmişti. Çocukları dokuz yaşına basmışlardı. Onlarla birlikte parka gittiğinde salıncakta yalın ayak, ayakta sallanan uzun yüzlü, uzun ince ayaklı bir çocuk görmeye başlamıştı.