“Uçurumun dibinde yepyeni bir dünya var,” diyorlardı. Yıllardır herkes böyle der, iştahımı kamçılardı. Öbür dünyadan bahsetmiyorlardı hem de.
Bu dünyadan umudumun kalmadığı zamanı beklerdim. Hatta kollardım… Umutsuzluk için bahaneler yaratmaya çalışırdım. Olmazdı…
Her an kurtarılması gereken ya da ne bileyim, işgal edilmesi gereken bir yer çıkardı. Paralı askerdim ben. Savaşırdım, neden savaştığımı önemsemeden. Böyle olunca umut da önemini yitirir, elimde canım ve param, ortalıkta olabilecek her silahı kullanarak savaşırdım.
Benim için de buydu önemli olan şey, silahlar… Her silahla öldürmek, her birini öldürebilecek kadar iyi kullanmak isterdim. Bu benim tutkum, kullanmadığım silahın olma ihtimali de umudumdu.
Gürz, mızrak, kılıç, top, bomba… bunlar basit silahlardı. Her şeyden silah yaratmayı severdim. Bir kuş tüyünün bile potansiyeli vardı bunun için.
İşte belki de o yüzden o uçurumdan bir türlü atlayamadım. Ta ki, basit bir silahın, bir adet insan elinin beni itmesine kadar.