Yürüdüğün her adımın bir mücadele olduğunu düşünsene bir. Ya bir yamacı tırmanıyorsun, ya da bir yamaçtan iniyorsun. Sen bir dağın eteklerinde ikamet ediyorsun. Yaşadığın evde bile odana yürürken yer eğimli…
Vadide bir şey yetiştirmek zorundasın. Karnını doyurmaya mecbursun ne de olsa. Ve diğerlerini…
O durumda bir de aşık olduğunu düşün.
Bazen çok hafiftir adımların. Aranızda aslında gündelik; ama sana mucizevi gelen bir şey geçmiştir.
“Nasılsın?” demiştir sana meselâ.
“AA, sesin kötü, hasta mı oldun?” demiştir belki ve elinin tersini alnına koyup ateşine bakmıştır sevgiyle.
Gözleriniz çarpışmıştır ya da…
Bazen de o lanetli adımlar ağırlaşır. Dünyaya geldiğine pişmansındır o zamanlar. Yok yok; iyi ki gelmişsindir de onu görmüştür gözlerin. Sesini işitmiştir kulakların. Burnun kokusunu solumuştur.
Ama ne kadar da gaddardır o. Bakmamıştır suratına bile o gün.
Arkasını dönmüştür. Umursamamıştır bile seni. Terslemiştir…
Ne bileyim, ağırlaştırmıştır bir şekilde adımlarını. Dağın ağırlığını omuzlarına yüklemiştir.
Bense, düzlükte bir yerlerde, seni seyrediyorum. Ağırlaşan ve hafifleyen adımlarına imrenerek…