Her gece, her gece, onun bana vermiş olduğu semavere odun atar, onu yakar ve çay yapardım. Sıradan bir semaver değildi. Maneviyatı olduğu, bana onun tarafından verildiği için değil; gerçekten sıradan değildi. Kaynarken suyu girdaplanır, busbulanık olurdu. Çay olduğunda, demlenirken; suyun yüzeyi düzleşirdi. Çayın demlendiğini yüzeyinin pürüzsüz oluşundan anlardım.
Ha, semaverin her yeri saydamdı; ama camdan yapılmamıştı. Yapıldığı şey bilinmedik, görülmedikti.
Suyun ve çayın yüzeyi pürüzsüz olduğunda, bir şeyler görmeye başlardım. Herhangi bir yerdeki, herhangi insanların hayatlarına dalardım. İnsanları, hayvanları, yolun kenarındaki ağacı görür, konuşmalarına, havlamaları, miyavlamaları, ötüşmeleri, cırlamalarına, hışırdamalarına tanık olurdum onların.
Sonra da içerdim… Yıldızlardan başka yoldaşlarım olmazdı önce. Ve çayımdan bir yudum aldığımda; yepyeni bir sürü yoldaşım olmuş olurdu anında.
Ruhlarından bir yudum almış gibi olurdum adeta. Düşünceleriyle düşünür, ağızlarıyla konuşur, gagalarıyla ötüşür, yapraklarıyla hışırdardım.
Bir tek onunla konuşamazdım.