Küçücük bir çocukken; bir matematik problemi karşısında küçücük ve tek başıma kalmışken duymuştum sesini ilk defa.
Minicik bir sesle:
“Merhaba,” demişti bana.
“Eğer problemi çözersen gösteririm sana kendimi.”
Kızmıştım. Herkes bir şey için bir karşılık mı isteyecekti hayatımda? Herkes mi? Bu minicik ses bile mi? Hem neden onu görmek isteyecektim ki?
Problemi çözmedim. İnadına… Çözmeyecektim!
Buna rağmen göstermişti kendisini ama iyi bir başlangıç yapmamıştık arkadaşlığımıza.
Yine de anlaşabilmemiz uzun sürmemişti. Birbirimizden bir şey karşılığında bir şey istememeyi öğretmiştim ona. O da bana… bir sürü şey öğretmişti. Pratikliği, mutlu olmayı, ölümsüzlüğün nasıl bir şey olabileceğini hayal etmeyi… Asla anlayamayacağım bir şey karşısında dahi anlamaya çalışarak; dinleyerek teselli vermeyi…
Şimdi de gidecektim hayatından. Ölecektim. Ölüyordum…
O ise üzülmeyecekti bile belki. Sıradan bir şeydim onun için. Gerçi bu beni üzmüyordu. Ölümsüz bir varlık için doğaldı böyle olması. En azından ona bir şey öğretebilmiştim.