Telefon çalıyor. Her defasında yaptığı gibi ekrana bakıyor, ismini göremediğim kişiye göre ayarladığı bir ses tonuna karar vermek için duraksayıp açıyor.
“Efendim…”
Ciddiyet ile samimiyet arası, orta karar bir ton bu. Muhtemelen pek görüşmediği birisi aramış.
“…
Tabii, tamamdır.
…
Ben ayarlarım. Nasıl? Dişi mi istiyorsunuz erkek mi?
…
Tamam, ne kadarlık olsun?
…
Peki…”
Muhtemelen ürettiği kedilerden birisine talip olan biri aramış.
“Buraya gelir misiniz?
…
Süper, ne zaman?
…
Okey… Sizin gibi birisinin evine geleceği için çok şanslı gerçekten… Görüşmek üzere.”
Doğruydu, onun kedileri arasından ayrıldığı için şanslı bir yavru vardı ortada. Kedilerden nefret eden birinin nasıl olup da onları üretmek zorunda kaldığını anlayamasam da komşusu ve kiracısı olarak buna diyecek bir şeyim olamazdı.
Onlardan nefret ediyordu; çünkü ölen annesinin vücudunu yiyen bir kediyi iş üstünde görmüştü. Annesinin kendisinden bile çok sevdiği bir varlıktı hem de…
O da o kedinin yavrularını üretip satıyor, hâlâ ölmemiş olan kediye zaman zaman işkence ederek kendisini tatmin ediyordu.
Annesini sevdiğinden ve ölüsünü yiyen kediden intikam almaya çalıştığından değildi. Onu sevmediğini kendisine itiraf edebilecek kadar dürüsttü. Bir yönüyle dürüsttü daha doğrusu.
Yavruyu almak için kafese doğru yürüdüğünde o kediyi gördü. Ölmüştü…
Kediyi diğerlerine mama yapmak için iyi bir fırsat olmasına rağmen onu merasimle gömdü. Gözlerine birer kurşun gibi sürülmüş damlalardı merasimin tek emaresi.