Kendi ellerimle yaptığım hindistan cevizli çikolatamı yerken onu düşünüyordum. Tuhaf kişiliğini, dolayısıyla da tuhaf amaçlarını…
Astronomi okumasına rağmen, belki de bunun için zamana, zaman kavramına takmıştı. ‘Hora Usta’nın Yeri’ adlı dükkanında, bizzat ürettiği, oradan buradan bulduğu, tasarlayıp bir yerlere ürettirdiği binbir çeşit, vintage, retro, zaman ötesi… her zamana göre ürünler satardı. Bir antikacı dükkanı demek buradan beklentileri değiştireceğinden, burayı zaman temalı bir dükkan şeklinde tanımlamayı uygun bulduğunu söylerdi her fırsatta.
Yaptığı bu iş, sattığı bu şeyler, okuduğu ve okumakta olduğu branşla pek ilgisi yokmuş gibi görünse de burası, onun hayallerindeki sahip olacağı şeyin küçük bir simülasyonuydu bir nevi.
Zamanlar arası seyahat etmek… İşte hayali buydu ve bunun kuasar adlı gök cisimlerinin keşfedilmesiyle olacağını iddia ediyordu. Tıpkı bir deniz feneri gibi, orada öylece ışıldamaları ve onlardan birisine ulaşamamak deli ediyordu onu. Kuramsal olarak çözmeye çalışıyordu sırlarını ama olmuyordu işte. O da bir gemi inşa etmeye karar vermişti. Işık yılları aşabilecek bir gemi…
Yapmıştı da dediğini… Bana da onun dükkanını beklemek ve yerini bellediğim en yakın kuasarı gözlemek kalmıştı.
Ya da; belki, bir gemi de kendim inşa edebilirdim. Onu özlemiştim. Kuasar takıntısını da… Ne vardı yani? Benim takıntım da oydu işte. Hem gemiye ilişkin her şeyi biliyordum. Zannedeceğiniz gibi işsiz güçsüz, vasıfsız birisi değildim. Sadece takıntılarım, takıntım vardı ve birçok insanın aksine, onun peşinden gitmekten korkmuyordum. Gerçi yıllarca korkmuştum; ama en azından, artık korkmuyordum.
Geminin yapımını bitirip dükkanı kapadıktan hemen sonra, sanki benim gerçekten kendisinin peşinden gidip gitmeyeceğimi test edip onaylamışçasına meydana çıktı.
Hem de gerçek bir mamut dişinin bir parçasını ve sırt çantasında mamutun bir fotoğrafı olduğu hâlde.
Yazık ki, selfi çektirememişti.