Söylediğine göre fikirleri eskiden çok beğenilirmiş. Eskiden ne yaparsa yapsın güzel yaparmış.
İlginç…
Birkaç yıldır ise ne yapsa başarısız oluyormuş. Benden de buna bir çözüm istiyordu. Adımı birisinden duymuş. Söyledi de; hatırlamıyorum şimdi vallahi, ne söylesem yalan…
Uyduruverdim bir şeyler. Karides kabuğu tozu, salyangoz sıvısı, kaktüs suyu, sarımsak yağı ve kaynamış su…
bir iki dua okudum güya…
Sonra… Şişeyi tam eline verirken; içimdeki tuhaf yaratık başını kaldırdı. Peşinden gelecek kelimeyi biliyordum da; sonrasını ben de bilmiyordum. Acaba ne uyduracaktı yine?
“Yalnııız…”
O kısa boynunu uzattı, şişeyi alan eli hafifçe titredi… Ona şişeyi vermeyeceğimden mi korkuyordu. Gereksiz bir korku… Yolunmak isteyen bir kaz itinayla yolunmalıydı.
Bu arada ben de zihinsel olarak başımı yaratığınkine döndürmeden edememiştim.
“Bu şişeden her sabah kalkar kalkmaz bir damla almaya başladığında, insanların yıllarca deneyimlerinden damıttığı fikirleri çekeceksin. Herkes onları senin zannedecek; ama sen öyle olmadığını bileceksin. Tabii ki bunu kimse ispat edemeyeceğinden başkalarının fikirlerini rahatça kullanabileceksin. Ne diyorsun? Sarayım mı?”
“Başka bir yolu yok mu,” bile demeden başıyla onaylamıştı.
“Ne kadar?”
“Yok artık ya,” dedim içimden. İnsan birazcık utanırdı en azından. Beş yüz lira istedim. Sarıp verdim eline.
Eline bir fırsat geçse resmen telif hırsızlığı yapabilirdi. Kim ne yapmıyordu ki… Ben de umut hırsızı değil miydim? Büyü ha! Pabuçlarımın büyücüsü!
…
Artık her yerde ismini duyar olmuştum. Mübarek, her tarakta bezi vardı. Şarkı söylüyor, bestelerini bir sürü insana satıyor, romanlar yazıyordu. Ayda bir de dükkâna uğruyordu tabii stokunu yenilemek için.
Bir gün, o kadar utanmaz ve kendisinden emin bir şekilde bana
“Hoşça kal…” demişti ki, içimdeki o yaratık tekrar kafasını kaldırıverdi. Bu kez ben bile çakan gözlerindeki öfkeden korkmuştum sevgili yaratığımın. İlk sözünü bile tahmin edemeden bekledim. Ağzımı açtı ve ona seslendi:
“Biliyor musun!”
Bu bir “Dur” ihtarı kadar uyarıcıydı. Kapının önüne geri çektiği ayağını kaydırıverdi hemen. Bu hızına kendisi bile şaşmıştı muhtemelen. Dükkâna girip sessizce bekledi.
“Aslında o sıvı seni biraz daha fazla akıllı yapmak dışında hiçbir büyü içermiyor.”
Bir yalan yerine başka bir yalan…
Neden böyle bir şey söylemiştim ki? Kendisini ferahlamış hissetmesini ve ukalalığına ukalalık katmak dışında ne işe yarayacaktı bu cümlem? Yani yaratığımın cümlesi…
Mutlaka bir bildiği vardı demek ki. Yüzü değişmişti ama hiçbir şey söylemeden kapıdan çıkmakla yetindi.
Bir toz bulutu gibi yitmişti ismi. Zavallı aptal, baştan beri kendisine hiç güvenmemişti. Gerçeği öğrense bile…