Çok eski zamanlarda tanrı görünmezdi. Melekler ve cinler de öyle…
Zaman geldi, insanlık onları görünür kıldı. Artık tanrıya ulaşmak çok kolay oluvermişti. Sadece onunla konuşamıyor, nasıl bir şey olduğunu anlayamıyorduk tam olarak çünkü herkese farklı bir şekilde görünüyordu.
Melekleri ve cinleri görebiliyorduk; ama. Nasıl bir şey olduklarını idrak edebiliyorduk. Kılık değiştirdiklerinde bile, bu işin erbapları tarafından bir tür etiketleme sistemi başlatılmıştı.
Cin ve meleklere de birer kimlik verilmişti artık.
Melekler bu işe sıcak bakıyorlardı; çünkü onlar yaradılış icabı iyi varlıklardılar. Cinlerde durum değişkendi. İyi cinler bile özgürlüklerine epey düşkün oluyorlardı. Onlar da anlaşmalarla bağlanıyordu insanlığa. Eskiden söylenen cini kendine bağlama saçmalığını çok az kişi yapabiliyordu. O kadar nadirdi ki, belki de bir şehir efsanesiydi.
Melek ve cinler, bize tanrıya ulaşmamızda yardım ediyorlardı. Ya da kehanette bulunmalarını falan istiyorduk. Sorular soruyor, muğlak cevaplar alıyorduk. Sonra da onları kendimizce yorumluyor, ona göre eylemlerimizi belirliyorduk.
Her şehrin bir baş meleği ve onun da yardımcı melekleri vardı. Bir tür şehir devleti olarak yönetiliyorduk. İnsanlar birbirleriyle savaşmıyordu önceleri; çünkü melekler barış içinde yaşıyordu. Ülke diye bir şey kalmamıştı artık.
Milyonlarca melek, binlerce şehir vardı. Sınır çizgileri yumuşaktı önceleri.
Cinlerse, meleklerin sınırlarından ve sınırlamalarından azadeydiler. Tanrı onları da gözetiyordu. Biz insanlar da hem hizmet isteyen, hizmet istedikleri kadar özgürlüklerini kendi elleriyle meleklere ve cinlere sunan yaratıklardık. Bir nevi “halk, teba” idik bizler.
Öyle oldu ki, iyi melekler birbirleriyle savaşır oldu. Bizdik onları şımartan. Bizim onlara verdiğimiz iradelerimizden topladığı güçlerdi egolarını büyüten.
Ardından cinler ve melekler arasındaki denge bozuldu. Cinler yer yer birleşerek, yer yer tek başlarına, savaşmakta olan meleklere kafa tutmaya, bizim iradelerimizden daha fazlasını almaya çalıştılar.
Bizim eskiden toprak ya da petrolü bölüşemeyişimiz gibiydi durum. Yalnız bu kez toprak ya da petrol değil, bizdik bölüşülemeyen.
Öyle bir an geldi ki, tanrı aldı eline tüm evrende sesinin duyulmasını, herkesin onu anlayabilmesini sağlayan bir mikrofon; konuşmaya başladı. Bir imparator olacaktı artık. Ya hizaya gelecek; ya da helak edilecektik. Yoktu artık bir fark aramızda. Cinler de insanlar da melekler de hepimiz aynıydık onun katında.
Madem tanrı artık duyuruyordu sesini, meleklere ve cinlere ihtiyacı yoktu insanlığın. Öyleydi; ama artık iradelerini kullanmamaya alışmışlardı.
Melekler ve cinler arasında eriyip gidecektik. Tanrının bile bizi önemsemesine layık değildik artık. Bunu değiştirmek için bir şey yapmazsak tabii.