O gecenin böyle sonuçlanacağını hiç kimse bilemezdi elbette. Hoş benden başkasının da bileceği yoktu. Anlatsam bile bana hangi çılgın inanır bilmiyorum ama en azından deniyorum…
O gece, oturmuş hayatımın çok sıkıcı olduğumu düşünüyordum. Sınırlanmış olduğumu…
Beni arayacağını söyleyen adam aramamıştı. Ondan telefon beklemekten yılmıştım. Bir yandan beni kendisine bağlamak için bana iyi davranıyor, sözler veriyor, diğer yandan da bir paketten yırtılan, havadan hafif bir ambalaj parçasıymışım gibi üfleyerek uzaklaştırmaya bile zahmet etmiyordu.
Artık bu durumdan bıkmıştım. Yanımda olduğunda ne kadar güzel zamanlar geçirdiğimizin bir önemi olmadığını anlamak zorundaydım. Bana kimse böyle zamanlar geçirtmiyor olabilirdi ama kimse bu denli önemsiz olduğumu da düşündürtmemişti. Kendimden başka kimse…
Bunları dün de düşünmüştüm, ondan önceki gün de…
Tüm bu zavallı isyanıma rağmen ertesi sabah ona göndereceğim mesajın ne olacağı belliydi.
“Hani akşam görüşecektik? Sevdiğin karidesli makarnayı yaptım.”
Zavallıca değil mi!
Evet, kesinlikle böyle olacaktı. Biliyor musunuz! O makarna için karidesleri teker teker ayıklamıştım. Oysa ben kabuklarıyla pişmesini tercih ederdim. O zaman karidesler çok daha sulu olurdu çünkü. Sadece o, kabuklu karidesten iğreniyor diye o kadar zahmete girmek…
Şimdiyse içlerindeki suyu kaybedip pörsümüş karideslerim, vücut bütünlüklerinden çoktan vazgeçmiş makarnalarım ve ben baş başaydık.
Sonra zihnimin bir yerlerinde bir şeyler attı ve bir de baktım beni dikey bir durumda tutan tek şey yaslandığım sandalye olmuş. Her şeyin bilincindeydim ama vücudumu kontrol edemiyordum. O sıra bir sürü şey yaşamaktaydım çünkü.
Aynı saniyelerde…
*Aramızda ruhsal bir bağ olduğunu hissettiğim bir atla gündüz vakti dörtnala bir şeye… bir aile görüşmesine yetişmeye çalışıyordum.
*Mahcup bir adamdan bir çiçek alıyordum.
*Bir yayı germiş, çok önemli bir müsabakada okçuluk becerilerimi sergiliyordum.
*Bir sınıfta, bana bakan onlarca ilgili ruha bir şeyler anlatıyordum.
*Bembeyaz bir önlükle koskocaman bir kazanı karıştırıyordum. Alnımdan akan terleri sildiğim havlum neredeyse yere düşecekti ve ben omzumu kamburlaştırmış, onu sabitlemeye çalışıyordum.
*Bir fotoğrafı banyo ettiriyordum.
*Bir iğneye ipek bir iplik geçiriyordum.
*Bir arkadaşımın sorunlarını dinliyordum ve aklımda kavga ettiğim kocam vardı.
*Bir kadınla dans ediyordum.
*Bir sineği tuzağıma kaptırmış, onu yemeye hazırlanıyordum.
*Yerde bir yavru fare görmüştüm. Aklımda tek şey vardı. Onu yavrularıma götürmek…
…
Ne oluyordu böyle! Bunlardan hangisinin ben olduğumu sormama gerek yoktu çünkü içimdeki bir şey, hepsinin ben olduğumu biliyordu.
Nasıl bu kadar çok şey olabiliyordum?
Kendimi evreni çalıştıran bataryalardan biriymiş gibi hissediyordum. Bir sürü paralel evreni bir arada tutup onlara ışık veren sonsuz sayıda bataryadan sadece biriydim ama aynı anda pek çok şeydim. Sonsuz sayıda şey olduğumu bilmek korkutucu olsa da güzeldi. Gerçekti…
Ertesi gün ona o mesajı atmayacağımı biliyordum. Belki bir sürü hata yapacaktım ama bunu bir daha yapmayacaktım.
Sabah bu durumdan çıkacağımı, yani diğer versiyonlarımı yaşamaya devam edip etmeyeceğimi bilmiyordum. Onları hayatımın sonuna kadar hatırlayacak, kendi değerini bilmeyen bir kadından çok daha fazlası olduğumu bilecektim.
İşte bunları size o geceden üç gece sonra yazıyorken bile her şeyi yaşamaya devam ettiğimi söylemekten mutluluk duyuyorum.
*Atımla seyahatim hâlâ devam ediyor. Daha yeni bir handan çıktım.
*O mahcup adamla bazen akşam yürüyüşleri yapıyoruz. Gündüzleri aynı işte çalışsak da işimi değiştirmeyi düşünüyorum. Zaten bir sürü teklif alıyordum.
*Müsabakada üçüncü oldum. Bana birkaç gümüş külçe verdiler.
*Öğretmenliğe devam ediyorum. Çocuklarımla bir sürü şey yapıyoruz. Atölyeler, marangozluk, dikiş… Okulumuzun arkasındaki ormandaki ağaçlarla bile ilgileniyoruz.
Buraya bunları yazarken fark ettim de… Bir fareyi yakalayan bir kediyken ne kadar kayıtsızca zevk alabiliyormuşum! Zevk aldığımı bile fark etmeye gerek duymayacak kadar kayıtsızca…
Şimdi mi?
Kabuklu karidesli makarnayı kendi başıma yemekte, diğer yandan da size bunları yazmaktayım. Bir kadeh de şarabım var yanımda…