Onu unutamıyordum. Bunu da anlayamıyordum. Görüşmediğimiz yılların sayısı on sekizdi ve ben onu unutamıyordum. Hani gözden ırak olan gönülden de ırak olurdu?
Onunla tanıştığımda tam on beş yaşındaydım. Kitapçıda çalışıyordu.
Dükkandan girdiğimde kitapların kokusu muydu beni etkileyen; yoksa onun varlığı mıydı, emin olamamıştım. Satılan kitapların hiçbiri kullanılmış değildi. Ben sevmezdim ama kitabı almak zorundaydım. Kitabımı bulabilmek için rafların arasında gezinirken ona yaklaşmıştım. Arkasında duran rafta kitabı gördüğümde ona yaklaşıp kitabı aldım. Onunla konuşmak istiyordum. Ellerinin ve dişlerinin beyazlığı dükkanın dekorunun koyuluğunda sırıtıyordu. Bana gülümsemeseydi dişlerinin beyazlığını görmem olası değildi.
Kitabı kasaya götürdüğümde onu okuduğunu ve beğendiğini söylemiş, benimle konuşmak istediğini göstermişti. İşim bitmiş olsa ve zamanım olmasa da gidememiştim. Ben de onunla konuşmak istiyordum. Yüzündeki ifadeyi sevmiştim. Gözlerindeki konuşmak isteyen, bunu benimle yapmak isteyen, benden etkilenmiş olmasını gizlemeyen ama çok da vurgulamayan ifadeden hoşlanmıştım. Onu tanımak istemiştim. Saçının ve gözlerinin renginden hoşlanmıştım. Kitapların kapaklarına yakışırdı bence. Gerçi beni etkileyen saçları ve gözleri değildi. O, bahaneydi. Etkilendiklerimi saymaya çalışmaktansa, herkesin etkilenebileceği şeylerden bahsedip onlardan etkilendiğimi söylemek kolaydı.
İşimi gücümü bırakıp onunla sohbet etmeye başladığımı itiraf ettiğime inanamıyordum ama bunu yapmıştım. Oysa ödevimi yetiştirmem gerekiyordu. Onun da işi vardı; ama insanlar soru sormak için gelmemişti. Bu bizim için harikaydı.
Konuşurken ağzının oynayışı dahi hoştu. Söyledikleri insanın ufkunu açıyordu. Benim söylediklerimi önemsediği belliydi. Birimiz konuştuğumuzda, konuyu diğerimiz geliştirebiliyordu. Konuşulanlar yarıda kalmıyordu. Konuşmak için konuşmuyorduk ve konuştuğumuz konuları ikimiz de geçiştirmiyorduk.
Kitap okumayı seviyordu ve bu konuda içtendi. Birbirimizi geliştirebilirdik çünkü ikimiz de birbirimizi dinleyebiliyorduk. Dinlemenin önemini anladığını hissediyordum. Sırf o bile benim için kafiydi.
Ne var ki, dükkandan çıkmak, ödevimi yetiştirmek zorundaydım. Ona veda edip ayrıldım…
Bulamadığım bir kitabı aramak için dükkana geldiğimde onu görememek hayal kırıklığı olmuştu. Yoktu. Bir bahanem olmadan gittim ve o yine yoktu.
Dükkandakilere onu sorduğumda hatırlamadıklarını söylediklerinde, kendimden şüphe etmeye başladım. Hayal görüp görmediğimi sorgular olmuştum.
İşte belki de bu şüphe yüzünden onu unutamadım.