Bu çocukların çok mutlu olmalarını istiyordum. Çok mutlu olmalarını ve bir yere ait hissetmelerini…
Peki ne yapmalıydım? Onlara tüm ihtiyaçlarını vererek birbirlerine yaklaşmalarını sağlayabilirdim. Birbirlerinden uzak, bağımsız yaşamaya alışmış, duygusal açlıkları giderilmemiş çocukları birbirlerine nasıl yaklaştırabilirdim? Aslında o kadar da zor bir şey değildi. Bunun en kolay yolu ortak bir düşman yaratmaktı. Bir sürü politikacının yaptığı gibi…
Onları birbirlerine yaklaştırmayı planladığıma göre benden ve personelimden uzaklaştırmak mantıklıydı. Ne de olsa bizleri buradan çıktıktan sonra görmeyeceklerdi. Oysa eğer umduklarım gerçekleşirse birbirlerine daima destek olacaklardı.
Özel personeller seçtim. Sert, yaklaşılmaz, duygularını işlerine hiç karıştırmayan. Yine de çocuklarımı gaddar insanların eline bırakamazdım. Ve onlara özel emirler verdim. Bu çocuklara asla duygudaşlık ya da şefkat göstermeyecekler, sadece işlerini en iyi şekilde yapacaklardı. Onları kendilerine sezdirmeden iyi yetiştireceklerdi.
Çok uzun süredir bu işi yapmıştım ve ilk defa böyle bir şey deneyecektim. Daha önce pek iyi bir iş çıkartamamıştım. Çocuklar daima birbirlerinin kuyusunu kazar, en büyük ilgiyi kendilerinde toplamaya çalışırlardı. Sayısız zorbalık yaparlardı birbirlerine. Akla gelmedik işkenceler bulurlardı. Oysa birbirleriyle iyi geçinebilirlerdi. Bunun için bir sürü fırsatları vardı. Benim müdürlük yaptığım yerlerde personel hep iyi olmuştu. En başta personel seçimimi dikkatli yapmak benim için çok önemliydi. Yine de bu onları teftiş etmeyeceğim anlamına gelmezdi. İstismara katiyen hoşgörü göstermez, personelimi bizzat teftiş ederdim. Onların bilmediği yollarla yapardım bunu, kendilerini korumalarına asla meydan vermeden… Çocuklara da iyi ve adil davranır, ispiyonculuktan nefret eder, zorbalığı kendi yöntemleriyle çözemeyeceklerse zorbalık yapılan çocuğu kötü durumda bırakmadan cezalandırmaya azami özen gösterir, böylece zorbayla mağdurun barışmalarına şans tanımaya çalışırdım.
Tüm bunlara rağmen yaptıklarım pek işe yaramazdı. Zaten öyle olmasa neden kendimi ve personelimi düşman göstermek için çaba harcayacaktım ki? Macera arayamayacak kadar yoğundu işim. Bir amacım vardı, iyi bir yetimhane yönetmek… Bulduğum çözüm buna dair olduğundan uygulayacağım çözümlerden biriydi sadece.
Kendimle ilgili en sevdiğim şey işimi ciddiye alışımdı. Bir ailem yoktu. Muhteşem bir kadın sevdiysem de sevgime karşılık alamamış, sonra bu işlerden tümüyle elimi eteğimi çekmiştim. Aşka dair yaptığım tek şey onun mutlu yaşayıp yaşamadığını teftiş etmekti. Galiba teftiş etmek en çok yaptığım şeydi. O mutluydu, çok mutluydu. İlk torunu birkaç ay önce doğmuştu. İçim sızlasa da şu gerçeği takdir etmeliyim ki, benim gibi işi gücü annesiz babasız çocuklarla uğraşan birisiyle evlenmemiş olması isabet olmuştu. Kocası iyi bir adamdı hem. Pek görüşmüyorduk. Kırk yılın başında telefonlaşıyorduk onunla. Evlerine davet ediyordu bazen ama yılda bir gidiyordum, teftiş etmek için. Yoksa her defasında gittikten sonra birkaç ay kendime gelemiyordum. Oraya gitmemek benim için hayırlı olan tek şeydi, onu tümüyle unutmam… Keşke yapabilseydim…
Kocası onu sevdiğimi bilmiyordu, anlamamıştı bile. Belki o bile hatırlamıyordu. Yine de kocasıyla konuşacak pek bir şey bulamıyorduk. Her gidişimde satranç oynuyorduk, hep ben kazanıyordum. Zaten aramızdaki tek muhabbet de buydu. Bir gün beni içki içmeye davet etmişti arkadaşlarıyla, gitmiştim. Erkeklerin yanında karısından nasıl bahsedecek diye merak ettiğimden… Teftiş için yani…
Bu sınavımı da kazanmıştı, karısından pek bahsetmemişti ama oradaki herkes kız arkadaşlarından ya da eşlerinden bahsediyordu. Çoğu itirazla. Çocuk gibi karılarının onları kontrol ettiklerinden yakınıyorlardı. Ya da şaka malzemesi yapıyorlardı bu konuyu. O ise bahsettiğinde ismiyle bahsedip karısının olay içindeki yere değinip geçiyordu sadece. Belki de benim yanımda olduğu için böyle yapmıştı o gün. Bilemezdim, o kadarını takip etmeye gücüm yetmezdi.
***
Birkaç yıldır böyle idare ediyordum yetimhaneyi. Sırf bu iş için personeli tepeden tırnağa yenilemiştim. Yukarıdan sevildiğim için kimse ses çıkartmamıştı buna. Yukarıdakiler beni severlerdi çünkü son derece zengin bir aileye mensuptum. Basit yönetici memurların baş etmek istemeyecekleri kadar avantajlı bir statüm vardı. Değişen iktidarla değil de ailemin garantili durumunun bozulmasıyla değişirdi avantajım. Ailemde onlara katılmayan tek kişi bendim. İçlerinden birçoğu gibi miras yedi değildim, en azından bununla teselli olabilirlerdi.
Hedefime ulaştığımı büyük bir mutlulukla söyleyebilirdim. Çocuklar bizden nefret ediyorlar, birbirlerini tüm güçleriyle koruyorlardı. İspiyonculuğu cezalandırdığım zamanlarda herkes birbirini ispiyonlarken şimdi her birinin diğerlerini canları pahasına korumaları ilginç değil miydi?
Bir akşam, yetimhanenin çatısındaki dairemde uyumaya hazırlanıyordum ki, o geldi. Çocukların lideri. Gerçi ben onu her şey bittiğinde fark etmiştim. Beni bıçakladığında ve kanım tükenircesine yere aktığında…
Yüzüne baktığımda zaferi görmüştüm.
Aptal çocuğun ne kadar yanıldığını kendisine söyleyecek, ona öğütler verecek enerjim de yoktu ki. Belki işimi başarıyla devam ettirmesi için ona emanet edebilirdim her şeyi anlatırsam. Ne var ki öyle bir gücüm yoktu, kalmamıştı.
Ölüyordum!
Düşündüğüm, endişelendiğim son şey bir çocuk olmayacaktı.
***
Ama uyanmıştım. Nasıl bir mucizeydi bilmiyordum ama uyanmıştım. Ve onu görmüştüm tepemde. Endişeli yüzünü. Benim için endişeli görünse de ben onun için daha çok endişeliydim. Bir torunu olacak kadar olgunlaşsa da; onu koruyacak bir eşi olsa da onun için hâlâ korkuyordum. Şimdi bile… Benim için endişelenmesini istemiyordum.
Ona onu sevdiğimi söyleyip öyle ölmek istesem de onu üzerek ölmek istemiyor, yine de ona olan sevgimi bilmesine ihtiyaç duyuyordum. Öleceğimi sandığımda son düşüncemin kendisi olduğunu…
Ama galiba ölmeyecektim. Çocuklar da o da iyi günündeydi.
Keşke ölseydim. Benim için çok daha iyi olurdu belki de.