Bir geyiğin sesini duydunuz mu hiç? Bulmacalarda “rö” diye geçer hani. Evet. Bir geyik “rö”ler. Ama o “rö”nün içinde boynuz dövüşleri, koşuşlar ağaçların arasından geçerken ağaçlarla olan mücadelenin büyüttüğü bir ruh gizlidir. Aynı ağaçlar onun boynuzları için bir tür alet olmuştur. Aynı zamanda boynuzlarını büyütmesi için tabiri caizse deri değiştirmesini sağlamıştır. Onun için o “rö” sesinde, ağaçlar konuşsaydı onların olacak ton da vardır. Ağaçlar ses çıkartmadıklarından, geyikler adeta ödünç almışlardır bir kısmını onlardan.
Kayalar da vardır o “rö” sesinde. Kuru otlar da. Filizler de vardır biraz. Yemyeşil, gevrek ot ve yapraklar da…
İşte, kulağıma taktığım bir aletle, ellerimle bastığım başka bir aletin ortaklığında duyduğum “rö” sesidir bu, beni eski zamanlara, bu sesle karşılaşabileceğim ihtimallere götürüp birkaç saniyede geri getiren…
O ses, tıpkı bir geyiğin yapacağı gibi kaçar benden. Bir daha dinlesem dahi aynı yere götürmeyecektir artık.
İşte, geyik de insan da böyledir. İnsanın belli bir “rö” sesi olmasa da; her ses, her ton kişinin otunu, yaprağını, ağacını içinde barındırır. Mühim olan dinlemektir.