Havadaki tüy gibi mutluydum. Mutluluğumun nedenini gizlemek zorunda olduğumu düşünüyordum. Nazar değmesinden korktuğumdan değildi. Kendi içimde bile olsa düşünmekten korkuyordum. Belki bir eksikliğini bulur ve mutluluğum elimden uçup gider korkusuyla, mutluluğumu irdelemek bile istemiyordum.
Yatağımdan kalkıp telefonumda haberi görmüş ve korkmaya başlamıştım. Mutlu olmak korkutucuydu ve korktuğunda da mutlu olamıyordu insan. Yani mutlu olmayı beceremiyordum işte.
Kahvaltımı yerken aklımı dağıtmak, mutluluğumu arka plana atıp ondan yararlanmak istiyordum. Böylece onu seyreltip süresini uzatabilecektim. Mutluluğun uzatılması için seyreltilmesi gerekiyorsa, buna razıydım. Bedel buysa öderdim ve yine kazanan ben olurdum. Mutluluğun yoğunluğundan çok süresi önemliydi. Hüzünden bıkmıştım. Aslında bıkmaktan ziyade süresinin kısalmasını ve yoğunluğunun azalmasını istiyordum. Mutluluğa ihtiyaç duyuyordum. Beni mutlu eden şeyin ne olduğu bile önemli değildi. Bunun beni yüzeyselleştirmesi de önemsizdi.
Mutluluktan hoplayıp zıplamak bile istemiyordum. Kollarımı kaldırıp gülmek bile… Bunlar süresinden yiyen eylemler olacaktı çünkü.
Ah mutluluk! Onu cimri gibi harcamamak ya da bir cimrinin yapabileceği gibi harcamak işime yarayacak mıydı?
Eğer işe yaramazsa onu bir an olsun elimde tutabilmek için yapabileceğim başka bir şey var mıydı?
Yoksa anı yaşamak mı mantıklıydı?