Bir piyanonun söylemeye çalıştıklarına kulak verirken keman başladı. Piyano onunla devam etti konuşmaya. Bir ayrılıktan mı bahsediyorlardı? İnsan kendi yaşantısına göre yorumlarmış müziği ama öyle değildi. Yakın zamanda ayrılık yaşamamıştım. Hatırladığım kadarıyla canımı hâlâ sıkan bir ayrılık yoktu. Yine de müzik ayrılıktan bahsediyordu. Demek ki o kadar güçlüydü. Yumuşak ama güçlü… Kulaklarımı kim bilir kaç yıl önce yapılan bir kayıtla dolduruyor, beni etkileyebiliyordu. Gerçekten etkileyebiliyor muydu? Sadece kendisini duyuruyordu aslında. Bittiğinde ismini ya da melodiyi anımsayabileceğimi pek sanmıyordum. Belki ileride tekrar işittiğimde bu melodi hakkında bir şeyler düşündüğümü bile zar zor anımsayacaktım.
Her şeyi anımsamazdı insan. Her şey onu aynı şiddette etkilemezdi. Peki ya hiçbir şey artık etkilemiyorsa? Bu yine doğal sayılabilir miydi? Bu arlar öyle olabilirdi. Belki bir sürü insan böyleydi. Etkilenmesi kolay olmayan varlıklar hâline geliyorduk belki. Ya da bizleri etkileyen şeylerin arayışına çıkmayan organizmalar…
Bunları düşünürken yanıma bir iş arkadaşım yaklaştı.
“Buraya gelsene, tam senlik bir şey göstereceğim sana.”
Beni nereden tanıyordu ki? Ben onu aslında hiç tanımadığımı gayet iyi biliyordum halbuki. Yine de arkasından takip ettim. Bir süpermarkette tam benlik olduğunu iddia edebileceği bir sürü olasılık vardı. Yine de merak etmiştim. Etkilenme ihtimaline dair o arayışın küçük bir kalıntısıydı merakım.
Abur cuburların sıralandığı bir köşeye gelmiştik. Ortalarda bir yerde duran bir çikolatayı alıp bana uzattı.
“Tarçınlı elma marmelatı dolgulu bitter çikolata.”
Pakete baktım, muhtemelen epey pahalıydı.
“Tarçınlı elmayı çok sevdiğini söylemiştin ya,” dedi yüzümde bir duygu görmeyince.
Yüzüne baktım. Bozulmaya başlayan mutlu ifadesini gördüm. Beni mutlu etmek isteyen birine uzun zamandır rastlamamıştım, fazlasıyla şaşkındım.