Bir program kodlamıştı. Daha doğrusu bir site üzerinden indirebileceğiniz bir program kodlamış, ancak siteye girip üye olarak kodunu alan insanların yararlanabilmesini sağlamıştı bu hizmetten.
Programın adı “Şişe” idi. Denize atılan içine mesaj yazılı kağıt konan şişelerden esinlenmişti. İnternet denizinde, rastgele mail adresleri bularak yazmış olduğunuz mesajı gönderen bir sistemdi bu.
Ne isterseniz yazabilirdiniz. Dertleşebilirdiniz mesela. Eğer kaderciyseniz ve her yerde aşkı arıyorsanız, harika bir aşk mektubu döşeyebilirdiniz fotoğrafınızla birlikte. Yeterince romantikseniz fotoğrafınızı bile göndermez, yazdığınız mektuptan size aşık olunmasını bile beklerdiniz. Cinsiyetler tutarsa tabii. Ya da kimseye açamadığınız bir giz varsa yüreğinizde, onu yazardınız Midas’ın kuyuya bağırması gibi.
Bunun gibi bir sürü ihtimal vardı ve bu program, onun tahmin ettiğinden dahi fazla tutardı. Tuttu da… Dünyanın dört bucağından üyeleri olan bir program olmuştu artık. Facebook ya da Twitter nal toplar hale gelmişti Şişe’yle karşılaştırıldığında. Alternatif bir sürü oluşum meydana çıksa da; şişenin tirajını yakalayamamıştı hiçbiri.
Bir gün, ilk defa kendi programını kendi kullanmayı denedi. Ne yazacağını bilmeden. Neyi hedeflediğini… Sadece bilinen tüm dillerde ‘merhaba’ yazdı. Oysa programın içinde epey iş gören bir çeviri düğmesi de bulunuyordu. Böyle bir şeye gerek yoktu yani. O yine de içlerinden bir sözcüğün ana dili olmasını istiyordu muhatabının.
Oysa geriye gönderilen cevap bomboş bir mailden ibaretti. Hiçbir şey göndermese daha iyi olacaktı. En azından ulaşmadığını düşünüp bunun üzerinde durmayacaktı ama hevesini kırmak için bilerek ve isteyerek yapılan bir eylemdi boş bir mail göndermek. Canını acıtmak için belki de…
Ne yaparsa yapsın, insanların birbirlerine kendilerini tamamen açamayacağının idrakiyle içi buruldu.
Ruhundaki şişe, kırıldı.