Küçük bir elektronik orgu vardı çocuğun. Zaten pek fazla oyuncağı yoktu. Ayrılan anne ve babasının küçük oyalamaları sonucunda elde ettiği bir takım küçük plastik asker ve pilli, oyuncak bir orgdan ibaretti tüm varlığı. Bu askerlerin her birinin ayrı bir görevi vardı. Ellerinde tuttukları nesnelerden anlaşılıyordu bu. Biri telsizciyken diğeri ilkyardım çantasıyla tıbbi personel olduğunu belli ediyordu.
Önceleri, çamaşır sepetine benzeyen kapaklı bir sepete sığarken; yavaş yavaş, bilinmeyen bir sebeple askerlerin sayısı artmıştı. bir yandan askerleriyle oynayıp diğer yandan oynadığı oyuna doğaçlama fon müzikler çalarken ihtiyacı olan askerleri düşünürdü. Bazen aklına bu takımın, yani ordunun, bir paraşütçüye ihtiyacı olduğu gelirdi orgunda bir şeyler çalarken. Bazen de; bir hemşireye… Aşçıya, lağımcıya, bomba uzmanına, bir K9 köpeğine…
Ve hepsi de müziği bitirdiğinde orgunun yanı başında, sımsıcak, sanki fabrikadan yeni çıkmışçasına sımsıcak, yepyeni kokarak; öylece dururlardı.
Artık serveti bir çamaşır sepeti ve büyük bez bir torbaya sığabilir hâle gelmişti.
Büyümüştü çocuk ve bir fabrikanın insan kaynaklarında çalışmaya başlamıştı.
Ne zaman bir elemana ihtiyaçları olsa, bantlarla bir arada tutabildiği eski orgunu çalmaya devam etmiş, nasıl bir insanın gelmesi gerektiğini hayal etmişti. Sonra da; tıpkı fabrikadan çıkmış gibi geçmişsiz insanlar çalmıştı fabrikanın kapısını.
Bu durum kimseye tuhaf gelmemişti.
Oysa o, yaptığı bu işin beyhudeliğini biliyordu. Ne çalarsa çalsın, kendi ihtiyacının orgun dibinde ya da kapının önünde belirmeyeceğini…
Artık büyümesi gerektiğini biliyordu.