12.01.2019

Bazasının içinden küçük ahşap kutuyu çıkardı. Çantasına koyup yola çıktı. Doğum gününde ona hediye edeceği şey vardı kutunun içinde. Bir masa saati…
Bir zaman makinesi olan bir masa saati. Fazladan iki çevrilen ve bir basılan düğmesi olması dışında normal saatlerden bir farkı olmayan…
Kendi icat etmişti onu. Bir zaman makinesine ihtiyacı olacağına düşündüğü tek insan olduğundan, ona hediye etmeyi uygun bulmuştu. Bu makineyle, eski çağlardan birisine gidip orada yaşama şansını vermek istemişti ona.
Bu zamanda mutlu olmadığını biliyordu ve onun mutlu olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı.
Aslında gitmek istediği zamanı da biliyordu. Yeri de…
Belki kendisininkini de onun zamanına ayarlar, o zamanda mutlu olabilirlerdi birlikte.
Eğer kendisini istiyorsa tabii. Hediyeyi verirken; sormayı planlıyordu.
Evine vardığında kendisinden başka hiç kimse kalmamıştı. Bilerek böyle geç gitmişti.
Zaman makinesini verip sorusunu sorduğunda, hiçbir tepki vermeden onu kırmış, artık gerek olmadığını söylemişti. Bu zamanda, onunla, mutlu olabilirdi. Kendisine bu denli değer verildiğini bilmek mutlu olması için yeterdi.
Oysa, hayal kırıklığına uğramıştı bizimki. Kendisi için de istemişti başka bir zamana gitmeyi. Hem nasıl olmuştu da kırmıştı onu! Binbir emek harcamıştı icat ederken! Bu kadar değersiz miydi harcadığı emek!
Ona hiçbir şey demeksizin evine gitti ve kendi makinesiyle, kendi zamanı hariç, zamandan zamana gezdi.
Ölene kadar…
Amacı, kendisine de değer verebilen birisini bulmaktı. Ömrünün yetmeyeceğini nereden bilecekti ki.
Belki de aradığı şey yanlıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir