Kendi hâlimde yürürken duyduğum tuhaf bir ses çıkaran bir kuş sesi kulağıma çalınmıştı. Gerçekten bir kuşa ait olup olmadığından tam olarak emin değildim de bir kuştan çıktığını düşündürüyordu insana. Diğer taraftan, o kadar farklı bir sesti ki, bu sesi çıkaran kuşu merak ediyordu insan. Kuşsa tabii…
Etrafa baktım ama nereden bulacaktım ki küçücük kuşu. Kim bilir neredeydi.
Yine de gözlerim ve kulaklarımla etrafı taramaya devam ettim.
Bu arada, bir kuştan çıktığını varsaydığım ses, eski avize camlarının birbirlerine vururken çıkardığı o kalın cam sesine benziyordu. Ona biraz çınıltı, biraz yankı ekleyin… Ha işte, duyduğum ses tam olarak öyle bir şeydi.
Bir telefon kulübesinin üzerinde parlak bir şey gözlerime ilişti ve içim adeta o an hop etti. Galiba kuşu bulmuştum. Buna emin olacak hiçbir veri yoktu elimde ama hissetmiştim işte bir şekilde.
Kulübeye doğru yürümeye başladım. Gözlerimi ayırmadan… Kuş her an uçabilirdi neticede. Ne var ki, kuş öylece durmakta, sanki beni beklemekteydi. Nitekim ben yaklaşınca havalanıp göz hizamda kanatlarını, bir dolu değerli taştan yapılmışçasına parlayan kanatlarını, yavaş yavaş açıp kapayarak bekledi. Ardından bir anda, teklifsizce, omzumda belirdi. Rüzgarı tuhaf kokuyordu. Yeni alınan elektronik bir cihaz gibi…
Bu koku burnumda belirir belirmez bir tuhaflık olduğunu anlamıştım ama geç kalmıştım.
Kuşun boynumu gagalamasından sonrasına dair, yere çarpışımdan başka bir şey hatırlamıyorum.
Ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre sonra kendime geldiğimde, bir masada, ameliyat masasındaydım. Yanımda, hareketsiz, içi boş, bir kuş vardı. Güzel, renkli, parlak bir kuş… Diğer kuşla birbirlerine çok benzeseler de tüylerinin renk ve desenleri çok farklı, materyali, organik görünse de cansız bir kuş. Elektronik bir kuş…
Kulağıma, ya da doğrudan doğruya zihnime fısıldandığına göre, o kuşu benim ruhumla dolduracaklardı.