Uzun zamandır bu kadar güzel bir çay içmemiştim.
Yaptığım uzun yürüyüşlerden biriydi. Çok yorulmuştum. Yürümekten değil, düşünmekten…
Bir banka yakın seyyar bir çaycı görünce yanına gitmiştim. Plastik ya da kağıt bardaklardan içmeyi sevmesem de canım çok istemişti bir bardak çay. Hem yorgunluk giderirdi, hem de kafa dağıtır, rahatlatırdı.
Arabaya yaklaştığımda, kırk-kırk beş yaşlarında, iyi giyimli bir adamı gördüm semaverinin başında. Bardaklar da kağıt ya da plastik değil, yenilebilir bardaklardı. Arabanın bir kenarında yazılan açıklamaya göre, tatlı ya da tuzlu seçenekleri vardı ve yarım saat çayı içinde tutabiliyor, yaklaşık yarım saat sonra da yumuşamaya başlıyordu.
Ağzım açık kağıda ve bardaklara bakakalmıştım. Bir çay bardağını kalıp olarak kullanıyor olmalıydı. Bardaklar ince belliydi.
Yenebilir, ince belli çay bardakları… Hem de yol ortasında bir bankın dibindeki bir arabada…
Yurt dışında bazı pastanelerde olduğunu duymuş ama böyle bir yerde olacağını hayal bile etmemiştim.
Bu adam böylesine bir özeni neden gösteriyor olabilirdi ki? Burada kim böyle bir şeyin kıymetini bilirdi?
Adamın dikkatini çekip bir çay istedim. Altı liraydı. O kadar pahalı sayılmazdı. Böyle bir çaya göre ucuzdu bile.
Ücretimi verip çayı alarak arabayı izleyebileceğim bir yere oturdum.
Çaydan bir yudum aldığımda, çarpıldım. Kelimenin tam anlamıyla çarpıldım…
O kadar güzel bir çaydı ki, sanki bir yerden salgılanmıştı, yapılmamış, karıştırılmamış, demlenmemişti. Zaten öyleydi. Su, doğuştan çaydı sanki.
Çayımdan aldığım iki yudum süresince üç-dört kişi çay almıştı bile. Demek ki adam böyle bir yerde iş yapabiliyordu.
Gösterilen özenin yeri zamanı yoktu. Kalite her yerde kaliteydi demek ki.
Yeter ki bir insan bir işi iyi yapmak istesin, iyi iş her yerde anlaşılıyordu şekil A’da görüldüğü gibi.
Çayımı bitirdikten sonra kalktım. Arabanın yanından geçerken; bu bahanesi olmayan, mütevazı adama gülümsedim. Tüm gülümseme kabiliyetimi kullanarak…