Yine de bu riske girecektim. Tabii önce onu sakinleştirmem gerekiyordu. İşimizi boşu boşuna zorlaştırmaya gerek yoktu. Kargalar zeki kuşlardı. Umarım ona yardım etmek istediğimi anlardı. Ama onu buraya bağlayan da insandan başkası olamazdı. İkimizi nasıl birbirinden ayıracaktı? Belki yumuşak sesim onu sakinleştirir, ona yardım ettiğimi anlamasını sağlayabilirdi.
Biraz uzağından durarak onunla konuşmaya, canının çok acıdığını bildiğimi söylemeye başladım. Size bahsettiğim gibi onu oraya bağlayan insanla aramızda fark olduğunu söyledim. Makası görmesini sağlayıp yapmak istediğim şeyi ona anlattım. Annem de böyle yapıyordu. Ona;
“Hayvan seni anlamayacağı hâlde neden o kadar açıklama yapıyorsun?” dediklerinde:
“Biz onu anlamadığımız için onun da bizi anlamadığını düşünüyoruz. Ya havanlar Allah’ın sessiz kulları değil de asıl sağır olanlar insanlar ise?” derdi.
İşte bunun için kargaya yapmak istediğim şeyi anlatmam gerekiyordu. Niyetimi ya da söylediklerimi anlamış olmalıydı ki yanına yaklaştığımda bana hiçbir şey yapmayıp makası kullanmama izin vermişti. Makası yerleştirmek çok zor olmuştu ama hallettim. Teli kestim ama onu anneme götürmeliydim. Tedavi etmezse ayağı kangren olabilirdi. Hiçbir şey olmazsa tel paslı olduğundan kesin enfeksiyon kapardı. Peki ama nasıl koskoca kargayı eve götürecektim?
Karga hâlâ bağlandığı dalda duruyordu. Her nedense telin kesilmesinden sonra hiç hareket etmemişti. Ayağını kıpırdatmaktan mı yoksa benden mi korkuyordu bilmiyordum ama ürkek bir hâli vardı.
“Artık daha fazla sürprize dayanacak gücüm kalmadı,” der gibiydi. Pençelerine baktım. Şişme mont giydiğim için fazla acıtamaz diye düşünüp kolumu uzattım. Beni hemen anlayıp hafifçe kanat çırparak koluma tünemesine şaşırmıştım. İşimi kolaylaştırmıştı böylece. Yaralı ayağını daha hafif basıyordu. Hafif hafif ses çıkartmasına bakılırsa epey acı çekiyordu. Karg gibi gür bir ses çıkaran bir hayvanın bu kadar az ses çıkarttığını duyunca, dayanıklı olmaya çalışan bir insandan hiçbir farkı olmadığını düşündüm. İşte tam bu andan sonra kendime onu çok daha yakın hissettim. Elimden geldiği kadar özen göstererek onu eve kadar götürdüm. Annem henüz gelmemişti. Bunu biliyordum ama annemin iş yerine epey yürümek gerekiyordu ve bu karganın bu kadar yola dayanabileceğini zannetmiyordum. Yanımda para olmadığı için eve gidip annemi arayıp o ne derse onu yapmayı planlamıştım. Otobüse ya da taksiye binebilirdim. Onu arayıp her şeyi anlattığımda annem taksi gönderip onlara benden ve kargadan bahsedeceğini söylemişti. Taksi durağı tanıdıktı. Pek binmesek de köpeklerini iyileştirdiğimiz için duraktakiler annemi sevip sayarlardı. Kargayı Yelek’in tırnaklarını törpülediği kütüğe bırakıp ona biraz su götürdüm. Sonra da taksi gelene kadar üstümü değiştirdim. Montum parçalanmıştı. Koluma karganın tünemesi için bir havlu alıp kolumu pençeleriyle yırtmasın diye ikiye katladım. Taksi korna çalıyordu. Kolumu ona uzatınca yavaşça koluma zıpladı. Çok bitkin görünüyordu ama en azından su içirmiştim.
Hastaneye vardığımızda annem kapıda bizi bekliyordu. Şoföre parasını verdikten sonra bana:
“Her şeyi hazırladım, içeri getir yavrum,” diyerek önüm sıra içeri yürüdü.
Yürürken de:
“Bu arada o aslında bir kuzgunmuş biliyor musun… Tüyleri kapkara. Karganın rengi biraz daha açık oluyor. Ayrıca kargadan biraz daha büyük. Hem sesi de farklı,” dedi.
“Evet,” dedim. “Sanki daha ince.”
Bir yandan annem onu yerleştirdiği bir tüneğe koymamı işaret emişti. Ülkede kanatlı hayvanlar hakkında pek bilgili insan olmasa da annem kendisini bu konuda geliştirmeye çalışır, yurtdışından kitap ve dergiler getirtirdi.
Her zamanki yaptıklarını yaparak kuzgunun yarasını ilaçlayıp sardı.
“Beni mi beklemek istersin; yoksa onu eve mi götüreceksin?”
“Onu burada tedavi edemezsin değil mi? Eve kadar rahatsız etmek istemem.”
“Çok acil bir durumu yok. Hem yanında çok daha güvende hissediyor bence. Onu tedavi ederken hep sana bakıyordu.”
Böyle yaptığını fark etmemiştim. Durumuyla ilgileniyordum. Bir de annemin ne yaptığıyla. Onu tedavi ederken izlemek hep hoşuma gitmiştir. Bana güvenmesinden gurur duymuştum. Onu besleyecek ve hazır olana kadar güvende tutacaktım. Belki iyileştikten sonra bile dostluğumuz devam ederdi.
Annemi beklemek istemiyordum. Bugün çok yoğundu. Hem de kuzgunun gürültüden rahatsız olduğunu fark etmiştim. Onu taksiye tekrar bindirip eve geldim. Bu kez anneme taksinin parasını harçlıklarımdan ödemeyi teklif ettim ama kabul etmedi. Dediğine göre kuzgunun mutluluğu için gürültüden uzak kalması önemliydi. Bunu sağlamak görevimizdi. Yani bu bir lüks değildi.
Eve geldiğimizde onun için bir yer yapmaya başladım. Odamda kalacaktı. Kafese falan koymayacaktım. Yelek’in kütüklerinden birisini alacak, bir sandalyeyi ters çevirip ayakları arasına uzun kütüğü yerleştirip ona tünek yapacaktım. Nasıl olsa o kütüklerden neredeyse her odada vardı. En az kullandığı kütüğü alıp odama götürdüm. Altına da zemin boyunca bir tomar gazete serdim. Odamın kirlenmesini istemezdim.
Sesini gazeteyi sererken duydum:
“Teşekkür ederim,” diyordu. Tüneğin üstündeydi ve bana çok yakındı. Onu duymazlıktan gelemez ya da sözlerin ondan gelmediğini varsayamazdım. Resmen işitmiştim, kendi kulaklarımla hem de. Gözlerimle gagasının konuşurken oynayışını görmüştüm. Konuşan oydu işte, bunu yadsıyamazdım.