Geldiğini, çok uzaktan aldığım karanfil kokulu parfümü ile anlıyordum. Kalbim kalp olduğunu anımsıyordu o zaman, atmaya başlıyordu son hızla. Sanki o olmadan çarparken sadece gelişi için idman yapıyordu.
O kokuya onun dışında kimsede rastlamamıştım çok şükür. Eğer rastlasaydım kalbim şaşırıp hayal kırıklığına uğrayacaktı, biliyordum.
O gün, elimde bir kasa dolusu elma, bahçeden eve doğru gitmekteydim. Elmaların suyunu çıkarıp şişelemeyi, canım istediğinde içmeyi düşünüyordum.
Küçük bir çiftliğim vardı ve hemen hemen tek başıma kalıyordum. Bazen uğrayan birkaç işçi ve bir veteriner olan onun dışında…
Bir kadının hayvan doktoru olması, hayvanlara bakan bir kadının evime gelmesi, son derece baştan çıkartıcı görülebilirdi. Ne var ki, varlığına verdiğim tepkinin böyle düşünmemle pek az ilgisi vardı. Söyledikleri, benimle arada bir satranç oynaması, birbirimize bilmeceler sormamız, sorduğum bilmecelere hemen cevap vermesi ve bunun gibi birçok şeydi varlığına bu denli tepki vermemin sebebi.
O gün, kasayı taşırken o karanfil kokusunu almıştım. Gelmişti, görmüştük birbirimizi. Elmaları eve bıraktıktan sonra, ansızın bedenlerimizin isteklerine yenilivermiştik.
“Yenilivermiştik,” diyorum; çünkü bunu yapmadan önce herhangi bir şey söylememiş, bir girizgahta bulunmamıştık. Medeni değildi yaptığımız şey. Ya da birbirimizi gerçekten sevdiğimizi kanıtlayan bir şey değildi.
Bir sonraki gelişinde, o karanfil kokusu buruk bir utanca düşürmüştü beni. Kalbim koşmamış, tökezlemişti.