Uçsuz bucaksız bir bahçesi vardı. Her hafta sonu ziyaretine giderdim. Kimi zaman civcivleri görmeyi, kimi zamansa olgunlaşan domateslerine bakmayı bahane ederdik; ama oraya gitmemin tek sebebi varlığından kaynaklanan huzuru solumaktı. Bahçenin yarattığı huzur da cabası…
Benimle konuşması, yabani otlardan yakınması, köpeğini çağırması, ona yiyecek bir şeyler verip işine devam etmesi, akşam birlikte bir şeyler yiyip semaverinde hazırladığı çaylarımızı yudumlamak…
Sabahın beşinde kapımı nazikçe tıklatması, apar topar uyanıp birlikte yumurta toplamaya gitmek, yumurtaları çırpışı, dolaba bakıp içine ne koyacağımızı birlikte seçmek, sonra hem birlikte ufak tefek işleri yapıp hem sohbet edişimiz, ona işimi, etrafımdaki insanları anlatıp onlar hakkındaki sorularını cevaplamak…
Bunlar için yaşıyordum desem çok mu abartı olur?
Aramızda aşmaya gerek duymayacağımız, her şeyi güzelleştiren, büyülü hâle getiren ve hep daha fazlasını istememize sebep olan bir tür mesafe vardı.
Yanından geçtiğimde huzur ve huzursuzluk hissedişim o mesafeden kaynaklanıyor olsa gerekti. Çay içerken ya da yemek yerken hep karşı karşıya otururduk. Yanına gidip kollarımızı yan yana getirip hafif bir temasta bulunmak, o huzuru soluyup dokunmak için neler vermezdim! Bunu yapmayıp bu isteği daha da büyütmeyi tercih ederdim hep.
O ne düşünürdü acaba? Aynı nedenlerle mi ayrı dururduk birbirimizden? Aynı nedenle mi aramızdaki o harikulade, sabırlı mesafe bir türlü kapanmazdı?
Bir gün, yorgun argın bahçesinin kapısından geçtiğimde, kapının önünde yoktu. Oysa her hafta kapıda karşılardı beni. Birbirimize gülümser, kıyafetlerimizin kumaşları sürtünürcesine yan yana kapıdan geçerdik.
Fakat o gün yoktu işte. Beni karşılamaya gelmemişti.
Yüreğim burkuldu. Neden gelmemişti?
Hızlı adımlarla içeriye girip eve doğru koşmaya başladım. Ya bir şey olmuşsa!
Soluk soluğa kalmış, kapının önüne gelince fark edebildim onu.
evin önündeki sıraya oturmuş bir şeyler oyuyordu.
Ayak seslerimi duyunca kafasını kaldırdı. Deri kayışlı saatine şöyle bir baktı, şaşkınca yüzüme de baktı. Gözlerinde gördüm kızarmış, korku dolu yüzümün aksini.
Koluna dokunan elim de titriyordu. Sarılmak istiyordum ama korkuyordum. Mesafenin kapatılıp büyünün bozulacağından korkuyordum ama o an tam da buna, mesafenin kapanmasına, onu yanı başımda hissetmeye ihtiyaç duyuyordum.
Koluna dokunan elimi kavradı. Diğer elinde bıçağını ve oyduğu şeyi tutuyordu. onları attı ve göz açıp kapayıncaya kadar kollarının arasındaydım işte. Herhangi bir temas yoktu. Sadece huzurla çevrelenmişçesine kollarıyla çevrelenmiştim. Buna rağmen, aramızdaki mesafe, kolundaki elim ve bileğimdeki eliyle kapatılmıştı.
Mesafenin kapatıldığının idrakıyle, yüzümüzde bir sonun acısı ve bir başlangıcın hevesi, birbirimize bakakaldık.