17.03.2024


"Birinci Bölüm">
"İkinci Bölüm">
"Üçüncü Bölüm">

Tam fırını çalıştırdığımız anda Ağabeyim gelmişti.
Babamla bir set basketbol oynamaya çıktılar hemen. Fırına ben göz kulak olacak, bir yandan da ödevlerimi aradan çıkartacaktım. Yemek çıktıktan sonra ağabeyimle ben oynadık biraz. Ağabeyim epey iyidir basketbolda. Ben de topun ağırlığını sevdiğim için oynarım. Hatta bazen düşüncelerimden kaçamadığım zamanlar basketbol topunu elime alır ve bahçenin küçük patikasında sektirir ve taşa vuran o aşina sesle düşüncelerimi derleyip toparlarım. Ama baskette çok çok kötüyümdür. Topu potadan ancak ve ancak çok çok mutluysam, her şi başarabileceğimi düşünerek havalarda uçacak kadar mutluysam geçirebilirim.
Yine de ağabeyimle oynamaktan çok hoşlanıyorum. Kazanmayı beklemediğim bir oyun oynamak her nedense bana rahatlatıcı geliyor. Yaşlı bir kadının düşüneceği şeyler bunlar belki ama öyle hissediyorum.
Annem de gelmişti, artık yiyebilirdik. Yemek ısıtmamıza gerek olmayacak kadar sıcaktı.
Biraz kuzguna da götürsem yer miydi acaba? Onu kontrol etmeyeli bir saati geçmişti. Gerçi yemekte yağ ve tuz vardı. Kuzgunun sağlığı için iyi olmayabilirdi. Ona böcek avlayacaktım. Bahçede yakalayabileceğim bir sürü solucan vardı. Yakalayamasam da biraz kıyma verebilirdim.
Tam tahmin ettiğim gibi annem hemen kuzgunu sormuştu. Yaklaşık bir buçuk saattir kontrol etmesem de en son bıraktığımda dinlendiğini söyledim. Onu bırakmamın sebebini anneme dürüstçe söyleyememiştim ama o da sağ olsun kuzgunu ihmal ettiğimi düşünmemişti. Bunu söylerken böyle düşüneceğinden korkmuştum ama annem;
“İyi yapmışsın, dinlenmeye ihtiyacı var,” dedi.
Ağabeyim bile;
“Sabah ben de göreyim, şimdi rahatsız etmeye gerek yok,” demiş, merakını dizginlemişti.
Haklıydılar. Ben de odama sessizce girmeli, orada hareketlerime dikkat etmeliydim.
O olmasaydı muhtemelen robotun yazılımıyla ilgilenirdim ama klavyemin sesi onu rahatsız edebilirdi. Yemek yedikten sonra sessiz salonumuza geçtik. Bizim salonda pek televizyon izlenmezdi. Belki hayvan belgeselleri ya da sinema. Ailecek reklamdan pek hazzetmezdik. Aslında reklamların bazıları son derece yaratıcı olsa da onları tekrar tekrar izlemek o kadar iyi bir deneyim sayılmazdı. Annemin deyimiyle insanın kafasını durduruyordu bu tekrarlar.
Zaten çoğunlukla başka şeyler yapardık salonumuzda. Özel ya da ailecek maceracı hissettiğimiz günlerde oyunlar oynardık. Rutin olarak yapığımız şey birlikte olmaktı. Babam dizüstü bilgisayarında çalışır, annem ikinci en büyük tutkusu olan gümüş tellerinin başına geçip telkâri yapar, ağabeyim salonun bir köşesinde duran küçük dokuma tezgahında halı dokurken ben de çoğunlukla kitap okur bazen robotumla uğraşırdım. Bunları birlikte yaparken arada birbirimize laf atmasak olmazdı tabii.
Bugün ikisini de yapmak için aklım yerinde olmadığından birkaç dakika sonra hüsranla salondan çıktım. Kimse sebebini sormamıştı. Kuzgunu merak ettiğimi tahmin ediyor olmalıydılar.
Odama geldiğimde kuzgun kanatlarını germekteydi. Yemek kabında da hiçbir şey kalmamıştı.
“Nasılsın?” dedim. Cevap verip vermeme seçeneklerinin hangisinin benim için daha iyi olacağına emin olamıyordum.
“Çok kötü değilim.”
“Bir şey ister misin?”
“Camı açabilir misin lütfen?”
Hemen dediğini yaptım. Haklıydı, oda biraz havasız kalmıştı.
Bir anda, kanatlarıyla yaptığı bir sıçramayla camın önüne konuvermişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir