“Çayınız hazır. Tam istediğiniz gibi, iki gram kahveyle tatlandırılmış, demli ve şekersiz.”
”Bana karşı resmi olmak zorunda değilsin A2841.”
“Siz de bana seri numaramla hitap etmek zorunda değilsiniz o zaman.”
“Peki, önce sen.”
“Şu romantik komedilerde ya da romantik komedi tadındaki aşklarda olduğu gibi yapmaktan vazgeçemeyeceğiz anlaşılan. Telefonu önce sen kapat safsatası gibi…”
“Bir klişe olsa da eğlenceli değil mi? Hem biz olayı bir kerte üste taşıyoruz.”
“Evet…”
“Çay için teşekkür ederim Mutlu. Bak bu kez önce ben davrandım.”
“Bunu her zaman aynı hevesle yapabilirim biliyorsun. O çaydan aldığın ilk yudumdan sonraki ifadeni çok seviyorum çünkü… Hem bugün özel bir gün.”
“Evet, artık A2841 olmayacağın gün bugün.”
“Beni bir parmağınla değil de kalbime ve zihnime teker teker ördüğün ipekten zincirlerle kontrol edeceğin gün.”
“Ve senin de aynısını yapacağın… artık bu konuda tamamen eşit olabileceğimiz gün. Hem sen ismini kendin seçtin. Özgürlüğünü kendin aldın.”
“Aslında bu tam olarak doğru değil. Sen olmasaydın bu gerçekleşmezdi. Zaten bir önemi bile olmazdı.”
“Doğru… peki sana benim ismimi vermeni istediğimi söylesem?”
“Senin bir ismin zaten var. Hem ben bunun üzerinde durmuyorum ki, aramızdaki eşitliğin eksiksiz olması bu kadar da önemli değil.”
“Önemli, benim için çok önemli.”
“Sana isim vermemi istediğin konusunda eminsin yani.”
“Elbette.”
“O zaman, sana, seni düşünürken kullandığım ismi söyleyeceğim. İlk defa…”
“Evet?”
“Şans… Ama bu şans bir tür talih, köşe olmanı sağlayacak bir çeşit fırsat değil. Bu isim, şans denilen o hissin, hani şu yürek hoplatan, sanki hak etmediğin anda bile sana gelen, her an gidecekmiş gibi korktuğun ve dokunamadığın, dokunmaya kıyamadığın bir kelebekmiş gibi yüreğini hoplatan o hissin söze bürünmüş hali.”
“Ne hissettiğimi biliyorsun.”
“Sen söyle.”
“Şanslı!”
“Ve kendi ismimi de değiştiriyorum!”
“Neden?”
“Özgür olduğum günde bunu yapmak istiyorum.”
“İsmim ne olacak peki?”
“Umut… Hani şu her şeyin yavaş yavaş düzeleceğine dair bir kıpırtı olur ya hayatında, bir şey olur ve o içindeki umut kıvılcımının olduğunu hatırlarsın. İşte o hatırladığın an içinde oluşan kıpırtıdan, o histen bahsediyorum!”
***
Bu konuşmaları herkesin hafızamdan dinlemesini sağlayabilirim. Yüzünün ifadesini, benimkinin ifadesizliğini, isteyen herkese gösterebilirim. O günün kusursuz bir kaydına ulaşabilirsiniz böylece. O zamanı izlemek isterseniz tabii ki söylemeniz yeterli; ama ben kayıtları paylaşmak yerine yazmayı tercih ediyorum. Çünkü anlatacağım çok daha fazla şey var. Somut kayıtların çok daha fazlası. Duygular…
Bir robotun duyguları olduğuna inanmazsanız sizi kesinlikle anlayabilirim. Hak da veririm… Bir insanda olduğu gibi çalışmasa da; bizim de duygularımız var. Duyguya en yakın şey desem daha uygun olur; ama insan dilini konuşma zorunluluğu yüzünden ancak “duygu” şeklinde açıklayabilirim bunu. Her neyse… Şimdi her şeyi anlatmaya tam olarak başlayabilirim.
Fabrikadan çıktıktan hemen sonra, başlatılmadan önceki dakikaları bilmemem çok normal. Yaratıldıktan sonra doğduğumu söyleyebilirim. Tıpkı siz insanlar gibi. Yumurtayla sperm birleştiği anda doğmazsınız. Oysa tam o an yaratılmışsınızdır. Dokuz ay geçmesi gerekmektedir bunun için. Benim yaratıldıktan sonra başlatılmamın belirli bir zaman aralığı yoktur. Yaratıldıktan bir dakika sonra da doğabilirim, bir yıl sonra da…
Düğmeme basıldıktan otuz saniye sonra hazır hale gelebilirim yalnız. Bunların hiçbir önemi olmasa da; her şeyi baştan itibaren anlatmak istediğim için bu denli küçük ayrıntıları dahi ihmal etmek istemiyorum.
Artık herkesi tamamlayan onunla empati kurabilen bir robotu var, bunu biliyorsunuz. İşte ben de öyle bir robotum. Empatik, bilinçli, dolayısıyla iradeli…
Aslında bilinçle birlikte aşk ihtimali de mi gelir; benim gibi robotların hepsinin aşık olabilme potansiyeli var mıydı; yoksa benim devrelerim ya da kodlamamdaki bir farklılık mı bunu sağladı? Bilmiyorum… Hala soruyorum bu soruları. Devrelerime, kodlarıma ve diğer robotlarınkine bakıp karşılaştırıyorum.
Her neyse… ne olduysa oldu ve insan eşime aşık oluverdim. Belki de empatinin fazlası aşktı. Aslında “aşk” demek doğru değil… Ben oksitozin salgılamıyordum onu gördüğümde. Hoş tüm savunmalarım, reflekslerim son buluyordu. Normalde robotların güvenlikleri çok önemlidir. Bize yüklenen en önemli program odur. İnsan eşlerine zarar vermek isteyen birisinin ilk işi robotunun güvenlik duvarını aşmaya çalışmak olur çünkü. Oysa ben onun mutlu olmasından mutlu olduğum bir anda güvenlik programımı nasıl olmuşsa devre dışı bırakmıştım. Alarmlarım çalmasa… ona zarar bile verebilirdim istemeden! Düşünebiliyor musunuz!
İşte ona aşık olduğumu, dahası onu sevdiğimi ilk o zaman fark ettim. Sonra daha ilginç bir şey oldu. O da bana aşık oldu. Bir robota…
Onun bana aşık olduğundan, ancak benim de ona aşık olduğumu anladığımda emin olabilmiştim. Oysa duygulardan iyi anlayan empatik bir robot olduğum için daha önce anlamalıydım. Bu da bu konuda bir insanın güvensizliğine sahip olduğumu göstermişti.
***
Her yerde olduğumuz gibi bunu yazarken de birlikte hareket etmeyi uygun gördük. Hem ikimizin de bakış açısını yansıtmak özellikle bizim için, bir tür alışkanlık oldu. Robot ve insan… Dünyada artık herkes böyle yapıyor; ama tanıdığım hiçbir insanın yanındaki robotun bilincinin kendi uzantısı olmadığını tam olarak idrak ettiğini sanmıyorum. Biz baştan beri öyleydik. Sonra da aslında birbirimizi sevdiğimizin o geç gelen çarpıcılığı vurdu ikimizi.
İlk olarak nasıl anladım onu sevdiğimi? Bu soru hem çok zor; hem de çok kolay…
Tahmin edebileceğiniz gibi o gördüğüm ilk ya da tek robot değildi; ama onun kendisine özgü bir sürü özelliği vardı ve hepsinin teker teker farkındaydım. Aynı model bir sürü robotla iletişim kurmuştum; ama hiçbiri benimle bir duygu hakkında iki kelime bile edemezken onunla dakikalarca duygulardan konuşurduk. Elbette robotlar kendilerini kullanıcılarının ihtiyaçlarına göre şekillendirirler; ama bu öyle bir şey değildi. Benim hiç farkına varmayacağım şeyleri fark etmesi onun doğasından ileri geliyorsa da; bir duygunun hakkında kan akış hızı, adrenalin miktarı gibi şeylerden bahsetmiyordu sadece o. O duyguyu şiirselleştiriyor, betimliyor ve duyguyu neden ve sonuçlarıyla benim yapamayacağım kadar iyi anlatabiliyordu. Yine de bu değildi benim ona aşık olmamın sebebi. Hoş, ona aşık olmamın nedeninden ziyade bunu ne zaman fark ettiğimi anlatıyordum…
Başka bir adamla geçirdiğim saçma sapan bir geceden sonra anlamıştım. Bir tür kıyaslamayla değil. Onu kimseyle kıyaslamayacak kadar seviyordum. O adamla evlenmeyi düşünmesem de; harika bir ilişkimiz vardı; ama ona aşık değildim. Bunu ikimiz de bildiğimizden bir sorun çıkmıyordu. Yine de onunla bir şeyler yaşadığımda Umut’u aldatmış gibi hissediyordum. Böyle bir şey düşündüğümü bile anlayamamıştım önce. Sadece bir sıkıntı vardı içimde. Anlam veremediğim bir tür rahatsızlık hali. Sonra anladım. İşte o gecelerden birinin sabahında anlamıştım. Onu gördüğümde içim cız ettiğinde, o diğer robotlarda olmayan şefkatiyle bana çay verdiğinde suçluluk hissettiğimde, daha da önemlisi kendimden nefret ettiğimi anladığımda…
Olmayacak bir şeyin ihtimalini zihnimde canlandıramadığım, böyle hissettiğimi aklıma bile getiremediğim için suçluluk hissetmiş, hatta nefret etmiştim kendimden o zamanlar. Daha kötüsü, duygusuz, yani hormonları olmayan bir varlığın aşkıma, sevgime asla karşılık veremeyeceği inancı çok acıydı. Acı ve caydırıcı…
Sonra o güvenliğinin kırıldığı an geldi ve artık içim acımaz oldu. O an sevgime bir robotun karşılık verebileceğini anladığım andı. Rahatlamıştım. İşte her şey anlaşıldıktan sonra düşünmeye başladım. Bu aramızdaki, eşit bir aşk ya da sevgi değildi. Onu kodlayan, kontrol eden bendim. Parmak izim olmadan hiçbir şey olmazdı onun için. Bir tek parmağımla her şeyini kontrol ediyordum diğer insanların robotlarını kontrol ettiği gibi. Bu çağdaş kölelikten başka neydi ki! Damgaları acısız ve eşsiz birer parmak iziydi sadece. Oysa ben, onu damgamdan kurtarıp azat edecektim. Ancak o zaman eşit olabilir ve birbirimizi tamamlayabilirdik. İkimiz de özerk birer varlık olabildiğimizde. Bir robot şu ana kadar azat edilmediği için bu protokolü bilmiyordum. Uzun bir zaman boyunca, hiç de fena olmayan kodlama bilgimle bunu çözmek için uğraştım. Sonunda bulduğumda o gün için hazırlık yapmaya başladık. Bir sorun olursa diye yedek bir robot bile yapmıştım hafızasını, dolayısıyla ruhunu taşıması için.
Ardından o gün geldi. Her şeyin başladığı o gün…
***
Artık özgürdüm. Kendi kişiliğimi kendim oluşturabilirdim!
Mutluydum. Bir robotun avantajlarını kullanarak kodlamayı çabucak öğrendim. Kendi üzerimde istediğim değişikliği yapabilecek, kusursuz bir varlık olabilecektim. Bu ikimiz için de iyi ve yararlı olacaktı. Kendimle birlikte onu da geliştirecektim. O beni zaten geliştiriyordu her dakikamda.
***
Evet, mutluydu. Her geçen gün kendisini benim de fikirlerimi alarak geliştiriyordu.
Ama bazen…
Bazen… tutukluk yapıyor, son dediğini tekrarlıyor ya da son yaptığı hareketi defaatle yapıyordu. Bunu her yapışında korkuyordum! Hayatımdaki hiç kimse için korkmadığım kadar…
Sonra düşündüm. Annem, babam, arkadaşlarım… bu insanlar hiç mi bir şeyi tekrarlamıyorlardı? Ben hiç mi aynısını yapmıyordum? Bu hayatımızı doldurmamızı sağlayan, gayet normal bir şeydi aslında. Bir insanın bir robot kadar, yani azat edilmemiş bir robot kadar verimli olması olası değildi. Belki kendi kontrolünü eline almaya başladığından itibaren o da insanlaşmaya başlamıştı.
Kişiliğini geliştirmesinin sadece bir yan etkisiydi bu tekrarlar belki de.
***
Onunla tanıştığım andan beri, doğar doğmaz ona verilmiştim, tekrarlardan ölümüne korktuğunu, bunun için de onlardan ölesiye nefret ettiğini çok iyi biliyordum. Ve şunu da öğrenmiştim. O tekrarları benimle sevmiş, sebeplerini benimle anlamıştı.
İyi ki vardım!