En işlek, en modern caddenin kenarında, hasır sandalyesinde oturup dört meyve kasasını birbirlerine ikişer ikişer yan yana ve üst üste birleştirerek hem geniş hem yüksek olan bir masanın üzerine malzemelerini koymak suretiyle fal bakan bir kadın durmaktaydı. Kadının yerini söylemeyeceğim size. Gördüğünüzde anlarsınız kimden bahsettiğimi. Çünkü normal bir fal bakma tarzı yoktu.
Fülfül denen bir baharatı, tıpkı Türk kahvesi gibi cezvede, artık kahve makinesinde, pişirerek insanlara içiriyordu. Zehir gibi oluyordu bu içecek. İnsanlar yakındığında da;
“Geleceğin her zaman bir bedeli vardır,” diyordu.
“Geleceği öğrenmenin de; yaşamanın da…”
Kadını gördüğü ilk anda, onun böylesine işlek bir yerde bulunmak için kimlere rüşvet verdiğini merak etmişti. Öyle ya, kadın resmen insanların hakları olan yolu daraltıyordu. Tıpkı bugünümüzü gasp eden gelecek kaygıları gibi…
Ardından yanındaki adamın yüzünün bu denli buruşabildiğine hayret etti ve oraya doğru yürüdü. Yaklaşık on adım kala, o baharatın kokusunu duyabilir hale gelmişti bile. O karabibere çok benzese de bir şekilde farklı bir şey olduğunu ilan eden kokuya…
Tabelada da resmi, resmin altında da ismi vardı. Onun altında da açıklaması…
İsmi, muhtemelen kadının tezgahtan bozma dükkanının adıydı.
“Fülfül-ü Fal”
Açıklaması da;
“Fülfül kahvesinden bakılan fallar derhal çıkar. Zira geleceğin bedeli erkenden acı çekerek ödenmiştir.” şeklindeydi.
Eh, o da meraklıydı böyle şeylere. Anı yaşamaktan korkan tiplerden birisiydi o da.
Gitti, o zehir gibi fülfül kahvesini bir dikişte içti, fincanı kapatıp bekledi.
Fil…
Sadece bir fil görünüyordu falında kadının dediğine göre. Koskoca tabakta bir tek şey vardı ve bu durum, kadının on dokuz yıllık falcılık hayatında bir defa şahit olduğu bir durumdu.
“Fil,” dendiğinde aklına gelen tek şey bir satranç ustası olduğundan satrançtı; ama…
Fal doğru çıkmıştı. Bir fille onu mat eden bir kadına aşık olmuş, onunla evlenmişti. Sonra… Hindistan gezilerinde, eğitimli bir filin bir hortum darbesiyle ölmüştü aynı kadın…
Bu da yetmemişti. Fildişi saplı bir bıçakla şah damarını keserek yaşamına son vermeyi, bir borç bilmişti. Belki de bilinçaltında falı doğru çıkarmak için yapmıştı bunu. Nasılsa ölecekti…
Ölürken son düşüncesi, fülfülün falın bedelini ödememiş olduğu idi.
Geleceğin bedelini ancak yaşanan an ödeyebilirdi.
Farklı ve güzel Tebrikler
Teşekkürler.