Bir tür lüna park açılmıştı ilçenin meydanında. Çok yakın olmasına rağmen gitmekten korkuyordu. Gidip eğlenememekten… Hayal kırıklığına uğramaktan… Orada eğleneceğine dair, birçok sıkıntısından sonra rahatlayacağına dair umudunu taze tutmak istiyordu; çünkü çok, gerçekten çok sıkılıyordu.
On bir yaşındaydı ve babasının halasının yanında kalıyordu. Yaşlı bir kadınla, yani en azından bu yaşlı kadınla yaşamak, can sıkıntısından ibaretti. Bakıldıkça çoğalan fotoğraflar, devamlı anlatılan anılar; en önemlisi doğru düzgün anlaşılmayacak kadar boğuk, yaşlı bir sesin mütemadiyen konuşması…
Can sıkıntısı! Can sıkıntısı! Can sıkıntısı…
Üstelik büyük halası ona oyuncak niyetine birkaç tahta vermişti sadece. Onları ne yapacağını bile bilmiyordu. Oysa evde, onlarca askeri vardı. Binlerce…
Bir gün, evden aniden çıkıp lüna parka gitmeye, biraz eğlenmeye karar verdi. Ne olursa olsun, içinde bulunduğu durumdan iyiydi.
Büyük halasına haber verip çıktı.
İşte lüna park… ‘Dünyanın eğlendirebilen tek eğlence parkı’ yazılmıştı her yere büyük harflerle.
Görecekti gerçekten eğlendirip eğlendirmediğini…
İçeri girdiğinde, birkaç dakika boyunca vücudu kalabalığın baskısına alışamamıştı. Bağıran, etrafa parlayan aç gözlerle bakan yüzlerce insan vardı çevresinde. Umutlu, meraklı; ya da ilgili değil… Aç gözlerdi bunlar… Bir ihtiyaç falan yoktu ortada. Belli bir ihtiyaç, arayış ya da bulamayış yoktu. Sadece bilinçsiz bir açlık vardı bu gözlerde. İnsanlar ne arayacaklarını umursamıyor, bulacakları şeyin, açlıklarını doyurup doyurmadığıyla ilgileniyorlardı sadece.
Bir salıncak, jeton oyunları, bir çark, yumruk oyunu, silahla öldürebileceği oyunlar…
Henüz aradığı eğlenceyi bulmamıştı. Bulacak gibi de değildi galiba.
Parkın sonlarında, her an yakalanmaktan korkan, yaşlı bir adamın oturmakta olduğu bir masa gördü. Masanın önündeki, orada bulunan tek mütevazı olan karton tabelada:
“Eski Mutluluklar” yazıyordu. Aklına büyük halası geldi. Oynadıkları saçma sapan oyunlardan bahsetmişti birkaç defa. Acaba onlarla mı ilgiliydi bu masa?
Yaklaştı… Masanın üzerinde, takoz denebilecek kadar eski bir dizüstü bilgisayar vardı.
Eğer birkaç lira verirsen bir şey gösteriyordu adam tabelada yazan küçük harfli yazıya göre.
İlk defa eli cebine gitti ve birkaç lira verdi. İlk defa fiyat yazmıyordu.
“Gönlünden ne koparsa,” diyordu yaşlı adam. Kaçak tezgah açmış olmalıydı. En başından anlamalıydı bunu. Gerçi umurunda değildi, o eğlenmek istiyordu.
‘Çocuklar vardı videoda ve çocuk sesleri duyulmaktaydı. Tahta kılıçlarla oynayan, gözlerinde açlık değil, mutluluk, coşku ve oynadığı şeyin gerçekliğine olan inanç bulunan çocuklar…
Tebeşirle seksek çizgileri çizen, sonra onlarla oynayan, yüzlerinden gerçek bir amaç okunan çocuklar…
Evcilik oynayan ve tıpkı aileleri gibi davranan, sahici çocuklar…
Bisiklet yarıştıran, coşkulu çocuklar…
Evet, bunları görmüştü; ama bunlarla oynayacak bir arkadaşı yoktu ki.
Lüna parktan çıkıp evine gittiğinde büyük halasına anlatacak bir sürü anlamsız şeyi vardı. Bir tek şey dışında…
Yaşlı adamı anlattığında, büyük halası ona verdiği tahtaları getirdi. Çocukken bunlarla eğlenmişti. Onlarla oynadığı oyunları anlattı ona. Birlikte oynamak için. Hem kendisi için de iyi olacaktı. Hiç kimsenin dinlemediği birisi olmaktan bıkmıştı.