Bir bilgisayar oyununda tanrı olabilmek onun için hak edilmiş bir zaferdi. İcat edilmiş tanrıların kaçı gerçekten yaratabiliyordu? Yunan mitolojisinde yaşayan tanrılar dünyayı yaratan titanların oğullarıydı söz gelimi. O da yazılımcıların yarattığı bu dünyanın tanrısıydı sadece. Evreni tasarlamak için izni ve kaprislerini uygulayacak gücü vardı. Tek farkla, o tanrıların yaptığı gibi, titan babalarını öldürmek yerine yetkilerini, parayla ve bilgiyle satın almıştı. Bir evreni vardı şimdi, istediğince yönetebileceği.
***
“Hadi baba, sinemaya gidelim.”
“Bu adam kötü mü baba? Hangisi iyi?”
“Şu. Adamları biçen iyi. Beyaz zırh giyiyor ya.”
“Ama o adam öldürüyor, şu da ölmek üzere, yazık!”
“O kötü, bak miğferi bile iblis yüzü gibi.”
“Ama ölüyor baba.”
“Kazanıyoruz işte ne güzel. İyiler kazanıyor. Her zaman iyiler kazanır oğlum.”
***
Oyunun ilk seviyelerinde, iyi ve kötünün, ilk görüldüğünde anlaşılmaz olmasını istiyordu. Kötüyü, olumsuzu, zararlıyı; aydınlık, ak olarak tasarladı. İyiyi, olumluyu, yararlıyı ise karanlık ve kara.
Bu oyunun müziklerini yaptırdığı insanlardan özellikle istedi nötr müzikler yapmalarını. Efektler belirsiz olmalıydı. İnsanlar yaptıklarının iyi mi kötü mü olduklarını müziklerle belirleme- meliydi.
Sonra bazı seviyelerde tam tersini yaptı. Bazılarında da yarı yarıya.
Oyunda bir insan seçip o insan ne yaparsa yapsın iyi olacağına inanmak kazandırmayacaktı belki de ilk defa.
Oyun farklıydı. İnsanlar bir hevesle alıp oynuyor, asla bitire- miyorlardı. Zor değildi oysa. Zor olan şey başkaydı.
***
Oyunu ilk duyduğumda felsefi bir tartışmanın tam ortasın- daydım. Müdavimi olduğum kafenin arka masalarından bir delikanlı avaz avaz küfretmişti. Bizim de dikkatimiz dağılmıştı böy- lece.
İşte, son derece gereksiz bir tartışma bu şekilde bölünmüş, istem dışı bir rahatlama kaplamıştı bedenimi. Tartışmayı, herkesle tartışmayı sevmesem de alışkanlık gereği yaptığım saçma sapan şeylerden biriydi bu da. Hem gerginliğimden kurtulmak, hem de gerçekten merak ettiğim için küfreden çocuğun yanına gidip neden küfrettiğini sormak için masamdan ayrıldığımda bir hikaye başlamıştı benim hayatımda.
Bir hikaye, ya kahramanın yola çıkmasıyla ya da bir yabancının kahramanın mekânına gelmesiyle başlardı.
Benim hikayemin başlangıcında iki durum da gerçekleşmişti. Bu çocuğu bu mekânda hiç görmemiştim ve durumu öğrenmek için masamdan kalkıp delikanlının yanına gitmiştim. Çocuğa sorduğumda oyunu göstermişti bana. Oyunu tasarlayan bir tek insan vardı ve onu bitirene bir ödül verecekti. Oyun yapılalı, piyasaya salınalı üç koca yıl olmasına rağmen onu bitirebilen kimse çıkmamıştı çünkü. Merak etmiştim. Telefondan da bilgisayardan da oynanabilen bir oyun olduğu için telefonuma indiriverdim. Oyunun sonradan satın alabileceğin bir ekipmanı ya da oyun içinde kullanıp alman gereken altını yoktu. Bir defa satın alıp oynayabiliyordun. Ortalama bir kafede bir kişilik yemek parası vermen yeterliydi. Ne var ki, kimse bitiremiyordu oyunu delikanlının dediğine göre. Ben bitirebilirdim.
Bitirmiştim! Yani asla bitirilemeyecek bir seviyeye gelmiştim. Oyunu bitirmek imkansızdı çünkü oyunda bir son yoktu. Sadece bir olgunlaşma süresi ve tekrar doğmadan önceki, o en olgun olduğun an vardı. Sonra tekrar doğuyordun oyunun çarkında. Oyun bir çarktı.
***
Onu gördüğümde, bir tanrıya benzettim. Bir deisttim ama beni yaratan tanrıya benzetmemiştim zaten. Oyundaki gücü ve yetkinliği açısından bir tanrıya benzetmiştim. Birçok tanrıdan çok daha tutarlı bir tanrıya.
Oyunun bir ahlakı, ritüelleri, kuralları, mucizeleri, sezgiye dayalı verilmesi gereken kararları, vahiyleri. dolayısıyla bir dini vardı. Bunları yaratan birisine tanrı olmak dışında ne denebilirdi?
Üstelik bir düşünür olduğumu iddia eden ben, bu oyunun bir çağı insanlık tarihinde bitirip başka, yepyeni bir çağ başlattığını düşünüyordum. Bir amaç içinde iyi ve kötünün olmadığı, öteki- leştirmeye gerek bile olmayan bir oyun yaratılmıştı ve bu oyunu biri tasarlamış, bir başkası bitirmiş olduğuna göre, diğer insanların da anlayıp bitirebileceğine olan inanç hiç de boş sayılmayacak bir inançtı.