Bir yelkenden kesilmiş bir parça bez…
Köylerinden bir gurbetçi olur da ona ne istediğini soracak olursa, her defasında bunu isterdi yaşlı adam. İnsanlar bunu bildikleri için devamlı sorarlardı ve her defasında aynı yanıtı alır, buna her defasında bir ağızdan gülerlerdi. İhtiyar ise her sorunun ardını beklerdi.
“Belki,” derdi.
Belki bu kez gerçekten de birisinin aklına gelecek, bir şekilde ona bir parça da olsa getirecekti. Tercihen bir kefen boyu istemişti hep.
Her zaman tembihlerdi. Hiçbir gemide ya da teknede kullanılmamış, yepyeni bir yelkeni, katiyetle istemiyordu. O, denizin tuzlu serpintileriyle doyurulmuş, delişmen rüzgârıyla gerilmiş bir bez istiyordu. Köyündeki traktör ona hiçbir zaman yetmemişti; ama yapacak bir şeyi olmamıştı bunu değiştirmek için. O yelkeni traktörüne asardı belki. Yaşlanmış yüreğinde küçücük kalmış umutla oynayabilmek, belki onu biraz harlamak, birazcık mutlu olabilmek için. Sonra da onunla mezara giriverirdi işte. Olup olacağı da buydu zaten. Bu kadarcık bir şey istiyordu şu hayatta.
Her geri dönen gurbetçiyle birlikte, umutları boşa çıkıyor, bir anlığına karşısında duruyor, yüreğini mızrak delerken ona öylece bakıyor, hiçbir şey demeden evine, işine gidiyordu.
Köylüler kıs kıs gülüyordu her defasında. Neden geldiğini biliyorlardı. Hatta ağzını da arıyorlardı domuzluğuna.
O hiçbir şey demiyordu…