30.12.2019

Arkadaşıma sordum. “Bana şu an düşününce mutlu olduğun, imrendiğin, sende olmasını istediğin üç şey söyle…” “Güneş, deniz, huzur.” Hiç düşünmeden ağzından fırlatıvermişti bunları. Düşündüm… Güneşten nefret ederdim. Varlığımın biricik sebebi oydu. İnsanlığın varlığının da… Ben olmasam ne yazardı! İnsanlık olacaktı ve ben olmasam da; benim nefret ettiğim şey olmuş bulunacaktı. Yani ve kısacası, güneşten nefret ediyordum. Denizden korkardım. Suyun bunca fazla olması fikri dahi beni korkuturken; bunu görmek ve böyle bir şeyin yanında olmak, buna maruz kalmak… Korkunun da üstündeydi benim nazarımda. Dalgaların sesi hele… Beni dondururdu. Böylesine bir devingenlik karşısında donmayacaktın da ne yapacaktın ki? Huzur ha! Hazır olmak …

Okumaya Devam Et

29.12.2019

Tramvayda oturmaktaydım. Karşılıklı koltuk grubunda yer bulabilmiştim. Dolayısıyla karşımda birisi oturuyordu. Bir adam… Çok tanıdık görünüyordu. Çok fazla tanıdık… Hatıralarımın ufuklarında bir yerlerinde, asla anımsayamayacağımı düşündüğüm bir yerinde ikamet ediyordu adamın siması. Sadece siması da değil. Cüssesi, muhtemelen sesi. Test etmek için, ayağımla ayağına çarpıp; “Pardon,” diyerek “Önemli değil,” demesini sağlamayı planladım önce. Yok yok, o “Önemli değil,” demezdi bence. “Ayıbettin güzel ablam ya, ne olacak…” falan derdi. Evet! Aynen öyle dedi. Tamam da ben nereden biliyordum bunu? Adını sordum. Garipsemezdi beni, biliyordum, hissediyordum. “Ömer Cafer…” Ömer Cafer… Ömer Cafer… Ömer Cafer… … Ama olamazdı ki! Yani mutlaka başka bir …

Okumaya Devam Et

28.12.2019

Bir gün onun sesini tekrar duyarsam… Ne yaparım o zaman? Adını defalarca söyledim, sesini hafızamda defalarca oynattım, defalarca canlandırdım burnumda kokusunu… Sonra bir kayıt vardı bir yerlerde, onu çaldım sesini unutmadığımdan emin olmak için. Yüzüne baktım, yani resmine… Biraz içim sızlasa da eskisi kadar yanmadı ruhum, kavrulmadı. Ama… Ya bir daha karşılaşırsam? Geçen zaman onu ya unutturmamışsa da; hayatta kalma içgüdüm, her gün ruhumun parçalanmamasını sağlayan emniyet kilidi kendisini kilitlemişse benden habersiz ve onu gördüğümde kilidin şifresi çözülürse de… Ya oğlu ya! De oğlu de! Ah olu Ah! Vah oğlu vah! Yeter ulan! Nereden çıktı da ben bu kadını yine …

Okumaya Devam Et

27.12.2019

Bir araba lastiği şeklinde bir pasta yapmaktaydı, zift siyahı… Onun boyutunda… Gıda boyasıyla, bir sürü rengi karıştırarak yapmak zorunda kalmıştı bu kara rengi; çünkü aklı başında hiçbir insan bu denli koyu bir rengi, herhangi bir gıdayı boyamak için imal etmezdi. Dillere destan bir pasta ustasıydı. Dünyaca ünlüydü. Gelgelelim, böyle bir pasta yapmaktaydı şimdi. Yapıp yapacağı en lezzetli pasta olması için tüm sınırlarını zorluyordu. Ve merak ediyordu… Bu pastayı herhangi biri yiyecek miydi? Kim yiyecekti? Güzel, çok güzel kokuyordu canım pasta. Bir servis masasına yatırdı. Elinde bıçak, yolda insanlara ikram etmeye başladı. Pasta buram buram kokmasına rağmen herkes geri çeviriyordu oncağızı. …

Okumaya Devam Et

26.12.2019

Bir kavgaya şahit olmamıştım daha önce. Yani bu kadar yakından değil. Bıçaklar uçuşuyordu ve insanlar kükrüyordu, düşünsenize! Benim gibi bir kadın, evinde annesiyle,; yoğun bir sessizlik ve beğenmezlik bulutunda ikamet eden, ellilerini süren, hiç evlenmemiş bir kadın, üç erkeğin kavgasını yakından, çok yakından izliyor. O erk, o kendini tutmadan saldırma özgürlüğü, o sakınmaksızın kanama cesareti… İmrendim! Gerçekten imrendim… Sonra bir baktım, ben de karışmışım kavgaya. Bir an seyretmekte, bir sonraki an kavga etmekteydim. İşte, bir bıçak artık elimdeydi. “Ah!” Bıçak yumuşak bir şeylere batmıştı.! Bıçak, bıçağım, birisini öldürmüştü. Yetmemiş miydi? Ayakta iki kişi daha vardı ve bıçağım açtı…

Okumaya Devam Et

25.12.2019

“Eskiden lüna parklar daha zevkliydi. Bu ne böyle yav! Köydeki Deli Düldül bile daha çok sarsardı beni sırtına bindiğimde. Bu mu bizi heyecanlandıracak yani? Bırak Allah aşkına çocuğum!” Haklıydı ninem. Halbu ki teknoloji gelişmişti. Daha deli olabilirdi her şey. Daha uçuk… Oysa sadece sallanıyorduk şu an. Ani dönüşler ve ani salıntılarla kotarmaya çalışıyorlardı. Neden luna parka gitmiştik ki? Hiçbir şey eğlenceli değildi burada. Kendi fotoğrafımızın çıktısını almamızı öneren bir standın başında acı bir kahkaha attı ninem. Ekrandan yüzünü buruşturan bir fotoğrafını gösterip: “Ayyy, ne güzel eğlenemiyoruz mu diyeceğiz de bu saçma kartpostalları alacağız ay ol? Eskiden dağlardan inen şelaleler alırdık …

Okumaya Devam Et

24.12.2019

Meşhur salonundan adımımı atmayı sabırsızlıkla bekliyordum. Bir punduna getirip torunuyla arkadaş olmuş, kendimi onun evine davet ettirmiştim. O mütevazı görünüşlü ama efsanevi salonuna… Helacı Dede’nin efsanevi salonu… Biraz tuhaf geldiğini biliyorum; ama adam tuvaletçilik yapıyordu bir dinlenme tesisinde. Böyle olsa da o salonun mesleğiyle hiçbir ilgisi yoktu. Evindeki salondan bahsediyorduk. Bir televizyon falan bulunmayan, normalde de çok sıradan sayılmayan bir salondu burası. Salonu destansılaştıran şey vitrinindekilerdi. Bir şamdan, yakışıklı olsa da epey yaşlı bir adamın heykeli ve bir kristal küre. Helacı Dede o heykelin bir Zeus Heykeli olduğunu söylüyordu. Sakalları yıldırımı andırıyordu, bence gayet olasıydı. Bir de suratında çapkın bir …

Okumaya Devam Et

23.12.2019

Sütü kaynattı. Aslında kendisi sıcak sütü hiç sevmezdi kaymağın yapış yapışlığı yüzünden; ama karısı seviyordu. Onun için ısıtıyordu bir cezve dolusu sütü. Rahat uyuması için… Rahat uyuyamayan bir eşiniz oldu mu? Aynı yatakta yatmayı hem deli gibi sevdiğiniz, hem de istemeseniz de nefret ettiğiniz hiç oldu mu? Devamlı inleyen bir vücutla bir uykuyu paylaşmadıysanız onu anlayamazdınız. Sütün içine azıcık nane koydu. Rahatlatıyordu naneli süt karısını. Cezveyi, onun çok sevdiği kum saati kabartmalarıyla dolu kupaya boşalttı ve ona götürdü. Kadın içtikten sonra yasemin aromalı ıslak mendille karısının ağzını sildi. Böylesine ihtimam görmek çok hoşuna giderdi. Şımartıldığını değil de; üzerine titrediğini hissederdi, …

Okumaya Devam Et

22.12.2019

‘Hayatımızdaki Handikaplar Festivali! Yılın ilk gününde yapılan bu festivale herkes davetlidir. Herkes hayatında aştığı bir engeli, maddi ya da manevi, temsil eden bir nesne getirecek, semt ve şehir meydanlarına bunlar yığılıp önce üzerlerinden atlanıp; sonra da yakılacaktır…’ Yıl iki bin iki yüz seksen yedi idi ve böyle bir festival yapılıyordu ülke genelinde. Tevekkeli değil çağ yuvarlak demişti ünlü bir bilge. İlkel çağlarda yapılan hasat festivallerinden hiçbir farkı yoktu bu festivalin. Sadece Handikap Festivali olmuştu adı. Türkçe bile değildi bu isim. Yine de babasının malı gibi sahiplenmişti halk onu. Tuhaftır, git gide daha az şey yakılır olmuştu. Öyle ki, bir yıl …

Okumaya Devam Et