21.01.2021

Bir yerlerde bulduğum tüylerle, tohumlarla ha bir de güzel kokan kuru otlarla yapmıştım yastığımızı. Şu “bir yastıkta kocayın” denilen yastıklardandı. Uzun, kalın, sert olsa da başı rahatsız etmeyen…
Hiç yıkamazdım onu. Sadece kılıfını değiştirirdim. O yastıkta birlikte kocamayı düşlediğim adam, şimdi ölmüştü. Peki ben bu yastığı ne yapacaktım? Yakacak mıydım? Gömecek miydim? Hiçbir şey olmamış gibi başımın altına koyacak, yatakta yuvarlana yuvarlana, gerine gerine, rahat rahat yatacak mıydım?
Yok yok, bunlardan hiçbirini yapmayacaktım. Yeni bir kılıf dikecek, onu ellerimle işleyecek, yeni evli bir çifte verecektim. Ben ise, dolabımın en derin çekmecesinin en dibinde gizlediğim, genç kızlığımda kendim için ellerimle yaptığım yastığımı tekrar kullanacaktım. Yani öyle planlıyordum. Önce yastığımı çıkardım. Küflenmişti. Zamana yenilmişti. Yıkasam bile işe yaramaz durumdaydı. Kendime yeni bir yastık yapmam gerekiyordu. Ben de zamanla değişmemiş miydim? Öyleyse değişimlerime tanık olup onlardan etkilenen şeyi, kocamla paylaştığım yastığı kullanacaktım yeni bir yastık yapmak için. Benim terim ve gözyaşlarımla dolup kabarmış olan tohumları yeni yastığıma da koyacaktım. Ölse de içimde yaşayan adamın teri ve gözyaşlarıyla dolan tohumlarla birlikte…
Yastığa gömüp oradan kana kana içtiğimiz tebessümlerimizle can bulan kuş tüyleri de gireceklerdi yastığıma.
Yeni evli birisi bunları bizim yaptığımız gibi yapmayacaktı belki de. Onlar başka bir şekilde yaşayacaklardı evliliklerini.
Belki de ben bir daha evlendiğimde başka bir adamla paylaşmak için bambaşka bir yastık yapacaktım. Hiç yıkamadığım yastığı toplayan kumaşı, en sevdiğim, lavanta kokulu sabunla yıkayıp; kendi yastığımda bir defa daha kullanacaktım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir