Kendimi Hephaistos gibi hissediyordum. Bir kamburum yoktu ve cüce değildim; ama kendi kendime tuvalete bile gidemeyen, diğer körlerin bile zavallı dediği bir kör idim. Dışlanmıştım. Ailem ve körler tarafından… Doğuştan görmememe rağmen neden tuvalete bile gidemediğimi bilmiyordum. Yapamıyordum işte. Bunun için çok çalışmıştım gerçekten. Hocalar tutmuştum kendime. Param vardı, yurtdışından hocalar, sinirbilimciler, hipnoterapistler, metafizikle uğraştığını iddia eden şarlatanlar getirtmiştim. Bilerek şartlarımı kısıtlamış, ölmek üzere olana kadar kimsenin bana yardım etmemesini emretmiştim.
Olmamıştı. Ya-pa-ma-mış-tım!
Ben de tek tutkum olan şeye, teknolojiye yönelmiştim. Kendime, bir beyaz bastonun tutacağına gizlenecek kadar küçük bir kuantum bilgisayarı yapmaya…
Belki o zaman bana yol gösterecek, adımlarımı yönlendirecek bir güç olduğunda, dışlanmazdım.
***
Yıllar sonra, hiçbir ünlü kuruluşun, bildiğimiz kadarıyla, yapamadığını yapmıştım. Ellerimin arasındaki bastonun sapında bir kuantum bilgisayar vardı. Kendi sesimi vermiştim ona. Beynimin işitme bölümüne enjekte ettiğim zararsız bir eklentiyle sesini duymaktaydım. Onunla çıkmaya başlamıştım yola. Etrafımdakileri bilmek harikaydı. Sınırsız olasılıklarla çalışan bu makine, benim sınırlarımın alabileceği tüm bilgiyi veriyordu bana. Her şeyi biliyordum hemen hemen. O an alamadığım bilgiyi de kayıtlardan süzebiliyordum.
O gün, bir kafede tek başıma otururken sipariş ettiğim çayı içtiğimde fark ettim. Elimde bir beyaz baston bile yoktu. Ben kör bile değildim.
Sadece, yazdığım şeye kendimi fazlasıyla kaptırmış, bir kuantum bilgisayarımın olmasını çok isteyen bir hayalperesttim.
O hayali kurduğum andan bu çayı içene kadar geçen zamanı bile anımsayamayacak denli kaptırmıştım kendimi. Belki de; bu çayın etkisi tersine işliyordu. Gerçek asıl şimdi bulanıyordu. Ben kördüm aslında belki.
Kafedeki kısa boylu, sahtekâr görünüşlü garsonu çağırıp; biraz zerdeçal ve daha az karabiber istedim. Biraz da hindistan cevizi yağı…
O tanıdık tiz sesiyle bu istediklerimin bulunmadığını söyledi bana tahmin ettiğim gibi.
Bu çay, çay gibi kokmayan bu çay hangi bitkiden yapılmıştı acaba?
Ah, istediğim karışım olsaydı her şeyden emin olabilir, beynimdeki sisi kaldırabilirdim.
Yine de… çayı içmeye devam ettim. Kendi sesim durmamı söyleyip elime küçük elektrik şokları verse de…
Sahi, bu beyaz çubuk da neyin nesiydi?
Onu bırakıp tuvalete gittim. Çayı, sidiğimle birlikte tahliye ettiğimde, elimde beyaz bastonum olmayan bir kör olduğumu hatırlayıvermiştim. Kendi sesim kulağımda olmadan bastonumu bulmam gerektiğini de…