Bir sürü insanın, birkaç gün kaldıktan sonra aniden gittiği, birkaç insanın da gelip gidenlerin yemeklerini yapıp yataklarını düzelttiği, samimi bir evdi burası. İnsanlar buraya ‘pansiyon’ diyorlardı. Tuhaf kokulu kâğıt ve metal parçalarını ya da plastik kartları onlara verdikten sonra yerleşebiliyorlardı ancak. Ben öyle anlamıştım…
Ben ise hiçbir şey vermek zorunda değildim yemek ve yatmak için. Eh, ben bir köpektim çünkü. Buranın sahipleriyle bağlı olmasam, yani onların olmasam da buranındım işte. Gelir giderdim… Canım istediğinde masaların yanlarına gidip sokulur, biraz oradan biraz buradan, bir şeyler tıkınır, onları hazmetmek için de birilerinin ayağının dibinde uzanırdım. Severdim okşanmayı. Birilerinin desem de; öyle rastgele birileri olmazdı bu insanlar. Her çağırana gitmezdim. Sadece burun zevkime uyanların yemeğini yer, beni okşamalarına izin verir, sadece onlarla ufak tefek oyunlar oynardım. Çöp falan da karıştırmama gerek olmazdı pek. Sonuçta sadece bu pansiyonda durmadığımdan, biraz da sempatik olduğumdan yemek bulmak kolay oluyordu. Oysa ben böyle yaşamaktan bıkmıştım. Kokularına göre insan beğenmekten, onların üzerimde tahakküm kurmasından, devamlı pati vermemi istemelerinden mesela; ya da ne bileyim, ancak atılan şişeyi ya da sopayı geri getirdikten sonra yiyecek vermelerinden… Bıkmıştım işte. Ben artık bir tek insan ile bağ kurmak istiyordum. Bir kişiyle yaşamak, fazla düşünmemek, bir şekilde yerleşik bir hayata geçmek eskisi kadar saçma gelmiyordu bana.
Böyle olunca da artık başka bir şekilde koklamaya başlamıştım insanları. Yaşamak istediğim insanı bulmak için… Bunu yaparken daha da seçici davranıyordum elbette. Pansiyonda daha fazla kalır olmuştum. Devamlı değişiyordu gelen giden. Yaşamak isteyeceğim insanı bulma olasılığım daha fazlaydı. Bir de onun beni kabul etmesi vardı tabii. Bu konuda iyimserdim. Dedim ya, ziyadesiyle sempatiktim.
…
Bulmuştum… Hem de tıpatıp bana benzeyen birisini. O da diğer insanlarla çok zaman harcayan, fazla insan tanımaktan ve onların nabızlarına göre şerbet vermekten kendi kişiliğini derinlere itmiş bir insandı. O da sevmişti beni hem. Sanki anlamıştı ona benzediğimi. Dahası, içten içe o da hayatını değiştirmek istemekteydi, anlamıştım.