Çok güzel gülüyordu ve bu, gülüşünün her hecesi, yüreğimi hoplatıyordu. Sanki her defasında çok yüksek bir yerde bungee jumping yapıyordum. Tek farkla ki, bunu yaparken midem bulanmıyordu. Sadece sarsılıyordu. İyi bir şekilde… Ha bir de kalbime bir gülün dikeninin batması gibi bir acı saplanıyordu. Bungee jumping yapan birisi bu tür bir şey hissetmezdi.
Onu seviyordum. Ona aşıktım! Üstelik çok iyi iki dosttuk. Anladığım kadarıyla o da beni seviyordu ve… bana aşıktı…
Bunu birbirimize söylememiştik. ne gerek vardı ki? İkimiz de gerçeği biliyorduk.
Yıllar geçmişti.
İki çocuğumuz büyümüş, küçük kızımızın bir oğlu olmuştu. Yani torunumuz…
Biz bir kere bile birbirimizi sevdiğimizi söylememiştik. Birbirimize hiçbir söz vermemiştik. Evlendiğimizde, hiçbir şey söylemeden sadece imza atmıştık. Böyle istediğimizi memura söylediğimizde o da şaşırmıştı; ama hiçbir suretle davamızdan vazgeçmemiş, hiç kimsenin hiçbir talimatına uymadan; sadece bürokratik imzaları atmıştık.
Hiçbir zaman bir saat ya da bir gün konusunda konuşmamış, birbirimizin ihtiyacı olan her an tam orada olmuştuk. Çok ciddi kavgalar ettiğimizde bile bundan zevk almayı bilmiş, mesele etmemiştik çünkü birbirimizden hiç şüphe etmemiştik. Şüphelenecek bir sürü şey varken; asla bunların arasında olamayacak bir sevgimiz mevcuttu. Bunu yaşadığımız her zaman biriminde bilmiştik.
Biz, yaşamıştık.