Yukarı doğru uzattı kollarını. Omuz başları acısa da devam etti. Ayakuçlarına bastı. Uzandı…
Ağacın dallarına sıkışmış kumaşı kurtarmaya çalışıyordu. Olmuyordu. Ağaca da dikenli dallardan ötürü yanaşamıyordu. Aynı nedenle tırmanamazdı da. Kumaşın neye benzediğini seçemiyordu ama rengi harikaydı. Mavi ve sarının yanında çok hafif kırmızının da olduğu türden bir tür yeşil… Dikişten iyi anlardı. Onu keser, biçer, bir şekilde istediği hale getirirdi mutlaka.
Zıpladı ve görece az dikenli bir dala tutunmaya çalıştı. Olmadı. Bir daha denedi, olmadı. Bir daha… Bir daha…
Sonunda kalın bir dala tutunabildi. Bu kez de bir eliyle kendisini birazcık çekmesi gerekiyordu. Oldu… Kumaşa diğer eliyle ulaşmıştı. Onu çekti ve daldan kurtardı.
Kadife, düz bir kumaştı. Belki çalışma masasını kaplatabilirdi Onunla ama kadife bir kumaşın o ağaçta ne işi olabilirdi ki? Bu kez de onu merak etmeye başlamıştı.
Kumaş ağırdı, fazlaydı. Rüzgar onu buraya kadar taşımazdı. En azından bu iklimde. Üstelik kumaşın kılına zarar gelmemişti. O çekerken bile…
Arkasında bir ses duyana kadar merak etmeye, bunun üzerinde düşünmeye devam etti.
“EE, beyendin mi?”