Gündelikçilik yaparak hayatını kazanıyordu. Tam yedi ayrı eve gidiyordu. Evlerin hepsi haftada bir temizlik yaptırdığı için iki ev hariç, pek yorulmuyordu.
Pazartesi günleri gittiği ev çok güzel kokardı. Bir tek kişi yaşardı evde. Çok az konuşan bir kadın… Bu kadın ona parfüm yaptığını söylemişti. Temizlik malzemeleriyle haşır neşir olmak istemediğinden temizliğini yapması için birisini tutuyordu. Evin bir odasını atölyesi olarak kullanıyordu ve o odaya ondan başka kimsenin girmesini istemediğini daha ilk dakikada söylemişti. Temizlik malzemelerini kadın kendisi alıyordu. Muhtemelen kokularına göre seçiyordu. Gerçi iyi temizliyordu bunlar. Hatta diğer evlerde de aynı markaları kullanmaya başlamıştı.
Kadınla aralarında, kendisi temizlik yaparken çoğunlukla evde bulunmasına rağmen pek iletişim kurulmuyordu. Bazen kadının atölyesinden çıkıp ona bir parfümü koklatmak istediği zamanlar oluyordu. Bazen de kadın odasından çıkıp:
“Aman ha, Münevver Hanım, sakın dinlenmeyi unutmayasın. Evde ne istersen var, çekinme. Canın bir şey isterse de söyle…” derdi.
Az konuşurdu ama cömert kadındı vesselam. Aslında kadının cömertliğinin nedeni; “Bana bulaşma da ne yaparsan yap,” diye düşünmesiydi. Oysa, parasını verdiği taktirde bulaşacağı zaten yoktu. Bu cümlelerin hep aynı tonla ve aynı sözler söylenerek plak gibi tekrarlanması, cömertlik için sarf edilmiş sözler olsa bile, bu hareketin amaçladığı şeyi düşündürmemesine neden oluyordu. O kadın da öyleydi işte.
Salıları pis ve dağınık bir adama gidiyordu. Bu adam onu yoran iki kişiden birisiydi. Bir kere ona sarkmaya bile yeltenmişti. Bereket ki evde çok nadir bulunuyordu.
Çarşamba çok çocuklu bir öğretmene gidiyordu. Dip köşe temizlik yapmak için. Bu ev de çok güzel kokuyordu. Çocukların oyuncaklarına rastlamak ona tuhaf hissettiriyordu. Onun çocuğu yoktu. Kocası da terk etmişti zaten ama bunu hiç kimseye söylememiş, bir kocası varmış gibi davranmak ona daha mantıklı gelmişti. Diğer seçenek dul bir kadın olduğunu itiraf etmekti çünkü…
Perşembe, elektronikle uğraşıp memurluk yapan otuzlarında bir adama gidiyordu. Genelde elektronik malzemelerine özen göstermesi için tembihlerdi onu. Bu evde de o sorunlu iki kişiden biraz daha az olsa da epey iş çıkardı. Adamın işten geldiği saatlere kadar kaldığından onunla karşılaştığı zamanlarda, adam ona yaptığı elektronik cihazları falan gösterirdi bazen.
Cuma günlerinde gittiği üniversiteli kız , iki kişiden diğeriydi. Bir kere parfümünün, daha doğrusu deodorantının kokusundan nefret ediyordu. Kremli bir deodorant olduğu için giysilerinde leke çıkartmasının yanı sıra çok fazla sıktığı için kokusu da gitmiyordu bir türlü ve bir de terle karışınca… Gerçi deodorant dediğin ter kokusunu engellerdi ama bu öyle yapmıyordu işte. Terin daha da kötü kokmasına sebep oluyordu.
Sadece onunla da kalmıyordu. Bu kız temizlik kurallarından bihaberdi resmen. Eve ayakkabıyla girdiği bile vakiydi.
Üstelik kibarlıktan nasibini almamış, ona davranış tarzına bakılırsa iğrenç bir sınıf bilinciyle büyümüştü.
Cumartesileri, evini çok az kullanan bir hemşireye gidiyordu. Birkaç kere görmüştü bu kadını. Üzerinde bitmez tükenmez bir hüznün getirdiği bir bitkinliği taşıyordu kadıncağız. Her nedense ona acımıştı.
Ve pazar günleri…
Pek kullanılmayan, pek kirletilmeyen bir eve gidiyordu pazarları. Yemek pişiriyordu orada. Bir kişilik, bir haftalık yemekler. Çok küçük bir ev olduğundan pek bir işi olmuyordu bu evin. O hemşirede olan hüzün, bu evde de vardı. Belki de evin sahibinden ötürü… Terk edilmiş bir kadındı evin sahibi.
Temizleyip para almadığı tek ev buydu.