Öfkenin zehirli soluğu etrafımı kuşatıyor. Her şeye, herkese kızıyorum. Elimde değil. Bir an bile bırakmıyor beni. Bir an bile oksijen alamıyor hücrelerim. Evrim geçirip öfkeyle beslenmeye başladı bile hücrelerim. Tuzlu sudan tatlı suya geçip boğulmuş bir balık gibi hissederim öfke beni terk ederse. Bunu çok iyi biliyorum ve artık mecburiyetten kendimi öfke ile besliyorum.
Öfkeli rüyalar görüyorum geceleri. Gülüşümün her paresi öfkenin oklarıyla donanmış…
Kedilere, uçan kuşlara, sineklere; onlara öfkelenmek çok kolay, her şeye her şeye öfkeleniyorum. Bir bebek gülüyor, hatta kahkaha atıyor ve ben başımı başka yere çeviriyorum öfke ve tiksintiden.
Televizyona hiç dayanamıyorum. Ya da bazen öfke rezervlerimi doldurmak için açıyorum.
Ayaklarımın altındaki asfalta, kaldırımın bozuk taşlarına, çimenlerin düzenliliğine… öfkeleniyorum. Deliriyorum!
İnsan seslerine, sessizliğe, araba motorlarının gürültülerine, korna seslerine, turnikelerden çıkan melodik seslere, kafelerdeki müziklere, tabak kaşık çıngırtılarına, sokak çalgıcılarının müziğine, anket yapmak ya da bir şeyler satmak için insanları durduranlara… öfkeleniyorum.
Bir gün, bir yasemin çiçeği, nasıl oluyorsa tam burnumun üzerine düşüyor…
İşte ona öfkelenemiyorum.
Çiçeği alıp kokluyorum. Ölüyorum… Belki kalan son dakikalarımla işte bunları yazıyorum.
kendine ait bir alan yarat mümkünse botanik bahçesi içinde olsun.