26.03.2018

İnce kılıcının ucunu yavaşça eğdi ve etrafı dinledi. Bir neşter kadar keskin ve üç balta kadar dayanıklı bir kılıçtı ama o bu kılıçtan nefret ediyordu. Aslında bütün kılıçlardan nefret ediyordu. Gerçi bir zamanlar kılıç kullanmak onun için bir tutkuydu. Kılıcı en iyi şekilde kullanmak istediği hala bir gerçekti. Kullanmak derken; kılıçla birisini öldürmek ya da yaralamaktan ziyade, karşısındakinin kılıcını kendi kılıcıyla engellemek, karşısındakini yenmekti mesele. Kılıcın keskin olması önemli değildi onun için. Önemli olan tek şey, elindekinin dengesinin iyi olması ve dayanıklılığıydı. Bu kılıç da tam istediği gibi bir kılıçtı ve zaten ona miras olarak kalmıştı. Harika bir kılıç yapımcısı ve kullanıcısı olan babası tarafından…
Aslına bakılırsa, babası için bu kılıçla öldürdüğü düşman sayısı da epey önemliydi. O babasından çok daha iyi bir kılıç ustası olmasına rağmen onun çeyreği kadar dahi öldürme tutkusuna sahip değildi.
Şu ana kadar bir sürü insanı alt etmiş olmasına rağmen birini bile öldürmemişti.
Ve o an, birisini öldürmesi gerekiyordu. En azından ona bunu yapması gerektiği söylenmişti.
Yaşadığı yerde, en iyi kılıç ustası ve stratejist kral öldüğü an kral olurdu ve isteyen herkes ona meydan okumaya hak kazanırdı. İşte biri ona meydan okumuş ve yenilmişti. Sadece bu tür meydan okumalar için özel bir kural vardı. Bu insanlar öldürülürdü. Krallığın istikrarı için. Ayrıca kralın, krallık için gerekirse öldürebilip öldüremeyeceği test edilirdi.
O öldüremedi.
Meydan okuyup yendiği adam kral olacak, ona, tam alnına kırılmış bir kılıç dövmesi yapılacaktı. Üstelik mirası olan kılıç da elinden alınacaktı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir