Yıllar, yıllar önceydi.
Dünyanın kurtarılmaya ihtiyacı vardı ve tek kurtuluş onun sihirli elleriydi.
Evet, bir adam değildi o. Evet, bir ‘kahraman’ da denemezdi ona. Yine de; sadece onun ellerinde şekillenen bir kurabiye hamuruyla ve yaptıklarını sadece o yediğinde kurtulabilmişti kocaman dünya.
Dünyanın ihtiyacı olan ne varsa, küresel ısınmayı engelleyen, havayı temizleyen bir ağaç; ya da plastikleri toplayıp yiyen bir kurtçuk sürüsü yapıyordu yine kendi elleriyle yaptığı kurabiye hamurundan. Ya da poğaça… Fark etmiyordu.
Bazen virüsleri toplayıp çeken bir elektrik süpürgesi yapıyordu; bazense ekonomimizi destekleyen bir sürü para…
Hepsini yiyordu ve dünya düzeliyordu. Havadan para geliyordu bankalara; ya da denizdeki plastikler temizlenmiş oluyordu. Yahut, ozon tabakası ilk yaratıldığı gibi kapkalın, aşağıdakilere sırıtıyordu. Yok sırıtmıyordu. Sırıtsaydı ortası delinirdi. O da dudakları kapalı olsa da gözleri gülen, uygun sıcaklıkta bir tebessümle bakıyordu.
Ama o vefakar kadın şişmanlıyor, şişmanlıyordu. Dünyanın sorunu bitmiyordu.
O sağlıksızca kilo alıyordu. Ölmüyordu da. Ölmek istemiyordu. Dünyanın ona ihtiyacı vardı, o bunu çok iyi biliyor, sorumluluklarından asla kaçmıyordu.
Atlas’ın Herakles’e yükünü hileyle devrettiği gibi yapmak aklının ucundan bile geçmemişti. Göbeğini taşımayı sorun etmemişti.
Bir gün ona tanrı “Tükür,” diyecekti belki de.
Ya da “Kus!”
O zaman ne olacaktı?
Ve tanrı ona “Kus,” dedi. O da ölmeyi tercih etti. İşte o an dünya, bir daha asla çirkinleşmemek üzere güzelleşti.