26.06.2020

Bir gemide çalışıyordu. Hemen hemen her türlü gemide, her işte çalışmıştı. Yeter ki gemi olsun. Ayakları sabit bir zemine değil de devamlı yaylanan bir zemine bassın… O her işi yapardı. Yeter ki, bir dakika bile olsa denizin kokusunu alsın…
O mektubu alana kadar böyle ölmeyi planlıyordu ama mektup onu karaya çağırıyordu. Ağabeyi ölünce; babası, ağabeyinin karısı ve üç çocuğu geride kalmıştı. Hiçbiri de iş görebilir durumda değildi. Tarlanın işçiye ihtiyacı vardı ve bunu yapacak tek kişi kendisiydi.
Eşyalarını toplayıp istemeye istemeye gitti köyüne. Oradan kaçışını bugün gibi hatırlasa da… Oradan nefret etse, yaklaşan her adımda göğsü tıkansa da…
Köyünden kaçarken giydiği kazağı giyiyordu. Bu kazak uğurlu kazağıydı. Onu çok nadir zamanlarda giymişti. Yeni bir gemide işe başlarken… Her gemiye ilk o kazakla girerdi. Şimdi de; geleneği bozmuyordu; ama bu kez çıkmak, herhangi bir çıkış yolu bulmak umuduyla giyiyordu onu.
Eve vardığında bavulunu kapının önüne koyup kimseye selam vermeden tarlaya koştu. Tarla sürülmüştü. Karıklara baktı. Onları akıntı yolları gibi hayal etmeye çalıştı. Olmadı. Ne de olsa bir karık durağandı. Tarla otla, ekinle; ya da başka bir şeyle dolu olsaydı, o otları falan denizin dalgaları gibi hayal etmek kolay olacaktı; ama sadece delik deşik toprak vardı ortada.
Evden bavulunu dahi almadan oradan kaçmaktan başka bir yol göremiyordu kendisi için.
İlle de gemide yaşamalı, orada çalışmalıydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir