Aşklar rutinden başka bir şey değildi.
Birisini bul, ondan etkilen, birkaç saatten birkaç yıla kadar değişen zaman aralıklarıyla mutlu ol, sonra da ya mutsuzluk ya da hissizlik…
Tıpkı gözü kapalı yapacağı, birkaç kalça kıvırma hareketinden oluşan; ama herkesin büyülendiği bir raks gibiydi aşk. Herkes bir ruhu olduğunu düşünürdü raksın ama o sadece baştan çıkartmaya dayalı hareketler bütünüydü. Ruhu olan bir şeyin, sadece bir tek amacı olmazdı çünkü.
Her şey bir yana, o daha eşsiz bir şey istiyordu hayatında. Tanrısal aşk değil, çok daha farklı, çok daha eşsiz bir şey…
Gözlerini örten, onu sarhoş eden; renkli bir perde değil, bir manzara istiyordu, küçük değişimlerini fark edip mutlu olacağı. Bir sonraki aşamasının ne olacağını bilip çaresizlik içinde sıranın o aşamaya gelmesini beklemek istemiyor, ne olacağını bilmediği bir maceraya ihtiyaç duyuyordu.
Birisiyle tanıştığında böyle olabilecek miydi hiç; yoksa aradığı şey çok daha farklı bir şey miydi, bilmiyordu.
Belki de bir maceraya çıkmalı, birisini, birisiyle tanışmayı beklememeliydi. Beklemek beklentiyi arttırıyor ve her şeyi olduğundan farklı görmesine sebep oluyordu.
Beklentisini dizginlemek yıllarını aldı; ama sonunda bu histen kurtulabildi.
Öldüğünde, o hep istediği manzara resmine kavuşamamıştı ama en azından rutinden kurtulmuş, her gününü beklentisizlik içinde, eşsiz bir şekilde yaşamayı başarabilmişti.