27.05.2020

Gündüzleri tüm gün yumurta topukları ve kehribar tesbihi ile boy gösterirdi Ekber Baba. Zenginden alır, fakire aynen verirdi. Kendisi de pek mütevazı bir evde yaşardı. Mahallenin tenha kısmında, boş bir arazinin yanındaki tek evde… Rivayete göre o boş arazi de onundu da meçhul bir sebeple orayı boş tutmak istiyordu. Tabii bunu söyleyen kimsenin elinde bir delil yoktu.
Laf aramızda, bu rivayet doğruydu. Hatta Ekber Baba evine kimseleri almaz, diğer kabadayıların aksine tüm işini gündüz hallederdi. Gece tüm yetkiyi sağ kolu Kerim’e vermişti ama gece pek iş çıkmamasını sağlardı. Bunun bir tek sebebi vardı. Acuze Nene derler büyücü bir kadının yaptığı bir büyü…
Aslında Acuze Nene bu büyüyü Ekber Baba’nın rahmetli babası yüzünden yapmıştı ona. Babası ölünce büyü bozulmamış, Ekber Baba da hayatına böyle devam etmişti. Acuze Nene bu büyüyü haklı nedenlerle yapmış olsa da suç hiçbir zaman Ekber Baba’nın olmadığından, yaşlı kadın sonuna kadar haksız sayılırdı.
Zalim Kadir derlerdi babasına. Gerçekten de zalim bir adamdı. Acuze Nenenin tek oğlunu acımadan öldürüvermişti. O da onun oğlunu, çocukluğundan beri zalimden alim doğacağını kanıtlarcasına melek huylu, mert bir çocuk olan Ekber’in, geceleri kanatlı bir melekle sim misali parlak tozlar saçan bir peri karışımı bir yaratığa dönüşmesi için bir büyü yapmıştı.
Koskoca Ekber Baba’ya yapmıştı bunu. Evlenemiyordu bile. Deli gibi sevdiği tıpkı ona benzeyen mert bir kız varken; ona bir türlü açılamıyordu. İkisi de neredeyse kırk yaşlarında olsalar da; ne kız evleniyor ne de Ekber Baba ona bir şey diyebiliyor, ümit verebiliyordu. Zaten onun tek derdi de buydu. Hatice Bacı’ya, herkes ona Ekber Baba’nın korkusundan ‘bacı’ diyordu, kanatları olduğunu ve rengârenk simler saçıp durduğunu söyleyemiyordu. Nasıl söylesindi ki, Hatice Bacı kadar astığı astık, kestiği kestik bir kıza…
O bile kadına ‘bacı’ diyerek boşu boşuna cezalandırıyordu kendisini.
Ne olduysa o gün olmuştu. Tıpkı Acuze Nene gibi falla ve büyüyle uğraşan Cazı Nene’ye gitmişti Hatice. Bir kahve içmiş, beklemişti. Cazı Nene ona gece bir şekilde yolunu bularak Ekber Baba’nın evine sızarsa onun en büyük sırrını öğreneceğini söylemiş, bu durumdan kurtulmanın da bir yolu olduğunu eklemişti. Sonra da yatağının başında mermerden, koskocaman bir kuğu rölyefi olduğunu; bu rölyefi Ekber Baba’nın kendi elleriyle parçalaması gerektiğini söyleyip Hatice’yi dualarla yollamıştı.
Hatice çok sevinmişti. Derhal Cazı Nene’nin dediklerini bir bir yapmaya karar verdi. Hemen bir yolunu bulup Ekber’in evine sızdı. Melekler gibi uyuyan, kanatlarından rengârenk tozlar saçan Ekber, gözüne başka güzel görünmüştü şimdi. Zaten çok yakışıklı bir adam olan Ekber, şimdi harika görünmekteydi. Onu şimdi anlıyordu; ama bunca yılın boşa geçtiğini düşünmeden edemiyordu. O bu adamla bu haliyle evlenmeyi ancak şans sayardı.
Yumuşakça uyandırdı onu. Ekber’in dili tutulmuştu. Dile kolaydı. En çok korktuğu şey başına gelmişti.
Biraz söyleştikten sonra, nihayetinde ilk defa baş başa kalmışlardı, Cazı Nene’nin dediği çözümü aynen aktardı Ekber’e.
Ekber Baba, bir kendisine baktı, bir kuğuya. Rölyef olmasına rölyefti; ama onun da bir canı olduğuna inanırdı Ekber Baba. Derviş gibi adamdı. Bir ruhu olan bir şeyi parçalamak olmazdı. Hem Hatice’si de kendisini böylece kabul etmişken…
Göz göze geldiklerinde, birlikte güzelim kuğuya gülümseyip böylece hayatlarına devam etmeye karar vermek zor olmamıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir