Kalktım. Yatağım çok yumuşaktı, birazdan ne yapacağımı düşündüğümde kalkmak çok zor geliyordu. Yine de kalkmıştım işte.
“Aferin!”
Sesin nereden geldiğine bakmama gerek yoktu. O daima göz hizamda olurdu.
Bir şey demedim. Bana aferin demesi umurumda değildi. Kendi derdim bana yeterdi.
Çırıpçıplak soyunup iç çamaşırlarımı dahi giymeden hiçbir dikişi, düğmesi, fermuarı ya da buna benzer bir aksesuarı olmayan, çok uzun bir şeritetenibaret giysimi vücuduma dolamaya başladım. Toplam yirmi bir metreydi ve onu vücuduma doladığımda kendimi bağırsakla sarılmak zorunda olan bir kangal sucuk gibi hissederdim. Yine de hareketlerim sanıldığı kadar kısıtlı olmazdı. Onu giymekte ustalaşmıştım.
Şeridin rengi kırkızıydı ama biraz daha afili görünmek için rengarenk kuş tüylerim vardı. Bir düzine kadar… Onları şeridin omuzlarımın olduğu kısımlarına sıkıştırdım. Diğerleri bunu yapmazdı. Cesaret edemiyorlardı anlaşılan. ya da böyle şeyleri benim kadar önemsemiyolardı. Bu ihtimal çok daha mümkündü. Aralarındaki en cafcaflı bendim. Dışarıdan gelen biri benim lider olduğumu düşünebilirdi ama öurum öyle değildi. Hatta bilakis, aralarına en geç katılan bendim.
Giyindikten sonra bir ağaç kütüğünden yapılma masamın üzeirndeki yağı alıp boynuma sürdüm. Özellikle enseme…
“Oyalanma, herkes seni bekliyor!”
Onu yine umursamamıştım. Oysa diğerleri kesinlikle öyle yapmazdı.
Taktik olsun diye değil, gerçekten umursamak istemiyordum. Olan ve olacak her şey onun yüzündense, kızgınlığınızı içinizde büyütmemek için umursamamaya çalışmaz mıydınız siz olsanız? Ben de sadece bunu yapmaya muktedirken bu gücümü değerlendirmek istiyordum.
Yine de yapacak bir şey kalmamıştı. Sağlam yapraklardan olma kappımı açıp odamdan çıktım.
Daire şeklinde bir alanın çebperleşinioluşturacak şekilde dizilmişti odalarımız. Öeydan açıktı. Sadece odalarımızın üztü ağaç dallarıyla kaplanmıştı.
Meydanda bembeyaz dümdüz bir kaya vardı. Kayanın tam ortasında üzerinde anafora benzeyen bir desen çizimlmiti. İşte oraya çıkıp kurbanımızı sunmak zorundaydık.
Kendimizi…
Orada ölme sırası bendeydi ve ben ölmek istemiyordum. Aslında ölmekle bir sorunum yoktu. Yeniden doğmaktı sorun olan.
Ve her doğuşumda o sesle birlikte doğmak.
Ve her şeyi hatırlamak…
Hiç unutmamak…
Tıpkı diğerleri gibi…
O sese kendimizi kurban veriyorduk.
Tekrar vermek için.
Her birimizin sesleri vardı ve onları kendimizden başka hiçbirimiz duymuyorduk. Tek bildiğimiz hepimizin kendi sesi olduğu idi o kadar. Birbirimizle konuşmazdık. Sadece seslerimiz birbirleriyle konuşurdu.
Onun için birbirimizi hiç tanımazdık. Sadece aynı kaderi paylaştığımızı bilirdik.
Bu da yeterli olmalıydı çünkü fazlası yoktu.
Fazlasına izin yoktu…