Onu asla affetmeyeceklerdi. İnci tesbihi teker teker kibritle çatlatmıştı. Ne için? İncilerin gerçek olup olmadığını görmek için… Bu saçmalıktan başka neydi? Ona kim inanıp hak verirdi? Yüzlerce dolarlık mücevheri mahvetmişti. Hem de geriye bir tane bile kalmamıştı.
Bir tane bile!
Adamın biri söylemişti. Başka bir deyişle tohumu o takıntılı, aptal kafasına atıp sonra da gitmişti.
İncilerin gerçek olup olmadığını anlamak için yanan bir kibridin ucunu inciye değdiriyordun. Eğer çatladığında katman katman görünürse, işte o zaman gerçek olduğu kanıtlanıverirdi. Ama inciye olan olurdu tabii.
Üstelik yarın genel provaydı ve provada inci tesbih kullanılacaktı. Premierde ve sonraki oyunlarda da…
Ah! Ne yapmıştı! Sonra da tesbih prova yaptıkları salonun sahibine geri verilecekti.
Yani artık sahte olacak olan tesbih…
Bir reji asistanı olmak hiç kolay değildi; ama kendisi bu işi zorlaştırmayı iyi becermişti. Aslında, her şeyin üzerinden geçmek isteyen, emin olan tarafı onun bir rejisör olmasını da sağlardı ama bu huy onda abartılı derecelerdeydi. Emin olmak… İşte tüm incilerin gerçekliğine emin olmak istediği için bunlar başına gelmemiş miydi? Bu hangi normal insanın yapabileceği bir şeydi?
Hem inciler sahte olsa ne olacaktı ki? Ne olacaktı! Onlar rol yapabiliyorsa inci yapamaz mıydı? Yani boncuk inci rolü yapamaz mıydı? Önemli olan farz etmek değil miydi? İnanmak…
Öyleyse o incilerin gerçek olduğu rolünü yapacak; ustalıkla boyanıp hazırlanan boncuklar da bu rolün temelini oluşturacaktı.
Döktüğü kurdeşeni de ilk rejisör asistanlığının bir sonucu olarak kabul edeceklerdi insanlar.
Oyunda, hem de premier sırasında, başrol oyuncusunun doğaçlama yapıp; incinin gerçekliğini test edeceği kimin aklına gelirdi ki?
Onun gelmemişti. Salon ve tesbihin sahibinin de…