Bir marangozum. Harika bir marangozum. Herkes yaptığım işi sevdi. En azından şu ana kadar kimse şikayetçi olmadı. Başımı yastığa koyduğumda;
“Keşke şu çiviyi daha sağlam çaksaydım, tüh be o dolabı keşke suntadan değil de cevizden yapsaydım, hem daha sağlam olurdu. En azından bir seçenek olarak sunabilirdim…” demedim hiç. Her şeyi enine boyuna ölçüp biçtim, her şeyi müşteriye açık açık söyledim hep.
Bir gün, sırtında bir masa, genç bir adam girdi dükkana. Masayı sattığını söyledi. Bir marangoza masa satıyordu… Bir masaya baktım, bir ona… Bu işte kesin bir iş vardı. Bu masayı neden bana satmak istiyor olabilirdi? Aklından zoru olamazdı ya bu adamın.
Yanıtı tuhaftı. Bu masanın çok nadir görülür bir teknikte yapıldığını, usta bir şey olduğunu, sözgelimi bir sürü gizli ve marangoz yapımı tuhaf mekanik şifreleri olan çekmeceleri bulunduğunu, bana çok büyük bir iyilik yaptığını, böyle bir masayı taklit etmem halinde çok ciddi paralar kazanabileceğimi söyledi. Bu masa için ona vereceğim fiyatın bu masa sayesinde kazanacağım miktar karşısında komik olduğunu da ekledi hemen.
Masaya bir daha baktım. Benim yaptığım masalara çok benziyordu. Normal bir çalışma masasıydı işte. İnceledim… Gizli bir çekmece görememiştim. Belki de yeterince iyi bakmamıştım. Belki de yeterince zeki değildim. Genç adamdan bu masayı satın alıp parçalarına ayırmalı ve gizli çekmecelerini bulmalıydım. Mekanik şifreler ha? Ne demekti acaba? Satıcıya sorduğumda bazı parçaları itip bazılarını çekerek açabileceğim kilitlerden bahsetti. Önemli olan hangi parçayı itip hangisinin çekileceğini hatırlamakmış söylediğine göre.
Masaya, kendim yapmam hâlinde istediğimin iki misli bir para verdim. Parasını alıp benimle el sıkışır sıkışmaz delikanlı gülmeye başlamıştı. Neden gülüyordu böyle bu adam? Bana bakıyor ve gülüyordu. Kendimi aptal gibi hissetmeye başlamıştım artık.
Neden sonra yatıştı ve:
“Bu masayı iki ay önce sen yapıp babama teslim etmiştin,” dedi.