Saatine baktı ve onu yaslanmakta olduğu köprünün korkuluklarından attı. Pahalı bir saatti. Sonra, bir tasarım dükkanından aldığı şapkasını çıkardı ve onu da saatine eşlik etmesi için korkuluktan yolladı. Fazlasıyla pahalı, yılan derisinden yapılmış kemerini de…
Ardından ceketini çıkartıp ceplerini kontrol etti. Bir sakız falı… Kağıdı açıp bir daha okudu. Belki de ilk kez okuyordu, anımsayamadı. Onu da denize attı. Elini cebine bir daha daldırdı ve yumruğunun içindeki bir kolye ucuyla çıkarttı. Bir fil şeklindeydi. Önce atmaya kıyamadı; ama şöyle bir kendisini sarstıktan sonra son gücüyle fırlattı onu da.
Diğer cebine geçmişti. Bu kez bir çakmak ve bir sigara tabakası çıkarttı. Canı sigara istemişti ama içmeden; ağzına kadar dolu olan tabakayı ve gürül gürül yanabilen rüzgar söndürmez çakmağı da fırlattı.
Son bir şey kalmıştı cebinde. Bir kitap ayracı… Kendi elleriyle yaptığı… Onu, köprünün korkuluğundan biraz uzağa, topuklarının arkasına bırakmak suretiyle rüzgara havale etti.
Sırada pantolon cepleri vardı. İçinde kimliği, anahtarları, fotoğraflar, para ve toplu taşıma kartının bulunduğu cüzdanını da bir an düşünmeden fırlattı. Ardından bir paket kullanılmamış mentollü selpağı acıyarak fırlattı. Gerçi fırlatmadan önce paketi açıp bir nebze ferahlamıştı.
Atacakları bitmişti. Asıl atmak istediği şeyi atmadan; oradan ayrıldı. Belki de gerek kalmamıştı.